Afyonun kâr ve uyuşturma açısından daha da fazla değer kazandığı dönemde,dünyadaki en kaliteli afyon üretimi merkezi Anadolu’ydu.Ekonomik ve siyasî sebeplerle dünyada yürütülen afyonun sınırlandırılmasıpolitikaları (örneğin afyon ticaretinden bir hayli kâr edenİngiltere, üretimin kısıtlanmasını benimsiyor ama ticaretin kısıtlanmasına yanaşmıyordu) bundan ceplerini dolduran Osmanlı iktidarlarını rahatsız ediyordu. Osmanlı 1912 Lahey Afyon Sözleşmesi’ne ve 1914 tarihli ek protokole imza koymadı, ama sözleşmeler Sevr’le birlikte Osmanlı’yı yükümlü hale getirmişti. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşmasında bu sözleşmelere taraf olacağını söylemişti, ama daha sonra düzenlenen devletlerarası konferanslara katılmakta hep çekimser davrandı. İktidarı
ele geçirmiş olan yeni seçkinlerin ceplerini doldurması için afyon üretimi önemli bir kaynaktı.
Dünyada kısıtlama politikalarının egemen devletler tarafından dayatılmasısürecinde, bu topraklarda 62 ilde afyon üretimi yapılıyordu. Dünyadaki kısıtlama, yoğunlaşmanın Türkiye’ye yönelmesine neden oldu, ülke tam bir serbest bölgeye dönüştü. Çünkü afyon üretimi ve ticareti serbestti, üstelik afyon da kaliteliydi. İstanbul’daki üç yasal eroin fabrikası Dünyadaki kısıtlama eğilimi sonrası, dünyanın pek çok yerindeki eroin tacirleri Türkiye’ye yöneldi ve yeni Cumhuriyetin iktidarlarına bu topraklarda
eroin üretimi işine girilmesini teklif ettiler. Bunun üzerine İstanbul’da 1926-1929 arasında üç eroin fabrikası kuruldu.
1926 yılında Japon sermayesi, İstanbul’daki ilk yasal eroin fabrikasını
kurdu. Bu fabrika, bugünkü Taksim Gezi’nin Divan Oteli, Taşkışla yönündeki bölümdeki Mecidiye Kışlası’ndaydı. Sonrasında, Mayıs 1929’da, Eyüp’ün Bahariye semtinde, Haliç’e
yakın bir yerde ikinci eroin fabrikası kuruldu. Şirketin adı Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye (ETKİM) idi.
Bundan yedi ay sonra, Aralık 1929’da, Kuzguncuk’ta kurulan üçüncü fabrika ise yönetim kurulundaki “kahraman” ve “seçkin” isimlerle daha da ilgi çekiciydi: Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi (TETKAŞ) adını taşıyan şirket, Fransızca isminden dolayı Sico olarak tanınıyordu
ve yönetim kurulunda “Kurtuluş Savaşı” kahramanı İsmail Hakkı ile TBMM başkan vekili ve Trabzon milletvekili Hasan Saka (1947’de başbakan oldu) vardı. Ermeni, Meksikalı ve Belçikalı diğer beş üyeden ikisi (Belçikalı Michelaere ve Meksikalı Lapin) dünya çapında tanınmış
uyuşturucu tüccarlarıydı.
Eroinin başkenti İstanbul
Cumhuriyetin imzalamadığı 1925 Cenevre sözleşmesi ile eroindünyada artık “ilaç” sayılmıyordu. Ama Türkiye devleti bunu imzalamadığı gibi, İstanbul’da kurulan fabrikalarla da İstanbul “eroininbaşkenti” haline geldi. Fabrikalarda yapılan üretim, tahminen, ayda 1 milyon bağımlının ihtiyacını karşılamaya yetecek düzeydeydi. Bu fabrikaların yıllık cirosu 10-15 milyon lira civarındaydı. Eroinin maliyeti çok düşük olduğu için, bu şirketlerin cirolarının önemli bir bölümü kârdı. 1929 yılında Türkiye’de bulunan 27 sanayi şirketinin toplam sermayelerinin 10 milyon lira, kârlarınınsa sadece 2 milyon lira olduğu düşünülürse, tüm dünyayı kasıp kavuran 1929 kapitalist ekonomi buhranından Türkiye’nin sağ salim çıkabilmesinin nedeninin “milli duygular” değil de eroin olduğu ihtimali de görülebilir. Aynı dönem, başta İstanbul olmak üzere eroin ve morfin bağımlılarının sayısında da büyük bir artışın gözlemlendiği
dönem oldu. Fabrikalarda çalışan işçilerde başlayan bağımlılık, uyuşturucu maddelerin ucuzluğu nedeniyle de, toplumun her sınıfına yayıldı. Alt sınıflarda, dönemin seçkinleri ve sosyetesi de bağımlılaştı. Örneğin 1920’den sonra Ankara’nın sağlık bakanı RızaNur’un eşi ile ünlü tiyatrocu Afife Jalemorfinmandı. (Jale, son yıllarını BakırköyHastanesinde morfin tedavisi görerekgeçirdi, 1941’de öldü.)
Devletlerarası uyuşturucu konferansına uyuşturucu tüccarı heyet!
1930’lu yıllarla birlikte, bir yandan toplumdaki bağımlılık sorun oluşturmaya başlarken, diğer yandan da tüm dünyada Türkiye ismi eroinle birlikte anılmaya başladı. mustang camel ve İsmet Paşa’nın doğrudan uyuşturucu tüccarı gibi gösterildiği karikatürler çeşitli ülkelerde yayınlanıyordu. Dünya
nezdindeki bu imaj Cumhuriyetin yönetici kadrolarını rahatsız etmeye başladı. Çünkü o dönem Türkiye, uyuşturucu üretimini kısıtlamaya (yani büyük devletlerin kontrolüne sokmaya)
çalışan Milletler Cemiyeti’ne girme politikasıyürütüyordu. Milletler Cemiyeti kadar ve belki de ondan da önemli olarak, üretiminin aşırı artmasıyla birlikte
afyonun fiyatı düşmeye başlamıştı. Bu da devletin de daha az kâr etmesi anlamına geliyordu. Bunun üzerine devlet, afyon üretimi ve ihracatının daha kontrollüyapılması için düzenlemelere gitmeye
karar verdi.
Ekim 1930’da Londra’da düzenlenen konferansa Türkiye de heyet gönderdi. Ama heyetin yaptığı bir “hata” sonucu, dünya uyuşturucu kaçakçılığının kaynağının Türkiye’nin yasal ticareti
olduğu ispatlandı. Bundan sonra, başta ABD olmak üzere pek çok yerde Türkiye’ye tepkiler
oluştu. Bugün ABD’de hâlâ geçerli olan “narkotik kaçakçılığın kaynağı
Türkiye’dir” algısı o zamandan kalmadır. İmaj iyice dağılmıştı. mustang camel, gündemin Türkiye’nin uyuşturucu üretimi ve trafiğindeki rolü olduğu 1931 Cenevre Konferansı’na heyet
göndermeye karar verdi. Meseleninimaj düzeltme olduğu öyle belli ki, heyette, Sico fabrikası yönetim kurulu üyesi Hasan Saka vardı! Konferansta ambargodan bahsedilince, Türkiye kısa zamanda düzenlemelere gitme sözü verdi.
Eroin kaçakçısı Kurtuluş Savaşı gemileri
Bu dönem, Türkiye’den kalkan yük gemileri daha dikkatli izlenmeye başladı. Bu gemiler arasında, Mondros Mütarekesi’nden sonra Kuvvacılar içinİstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırmakta kullanılan Pierre Loti, Lamartine, Bulgaria ve Vesta isimli gemiler de vardı. Kurtuluş Savaşı’nın “şanlı” gemileri,
on yıl sonra kayıtlarda eroin kaçakçılığında kullanılan gemiler olarak geçiyordu!
Denetimler sıkılaşsa da, fabrikalardaki üretim sürüyordu. Türkiye, uyuşturucu
konusunda resmî tekel oluştur-maya karar verdi. Tekel hazırlıkları, bunu ele geçirmek isteyen uyuşturucu sermayesini heyecanlandırdı. 1931 Ekiminde İstanbul’da, Hasan Saka, Siirt milletvekili ve Milliyet gazetesinin sahibi ve İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Bey (Soydan), Michelaere, Lapin ve başka siyasetçilerin katıldığı bir uyuşturucu toplantısı düzenlendi. Amaç, afyon üretiminin darbealmasını engellemek ve resmî korunma yollarını (yani uyuşturucu tacirleri-
siyasetçi-yargıç bağlantılarını) kurmaktı. Aynı yıl devlet, göstermelik bir hamleyle Michelaere’i sınır dışı etti,
Kuzguncuk’taki Sico’nun yönetimini dünya çapında uyuşturucu kaçakçılığıyla nam salmış Taranto ailesi ele geçirdi. Tarantolar, fabrikayı güvence altına almak için şirketin başına “mustang camel’in milletvekili” olarak bilinen, Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi’yi geçirmek istediler.
Yunus Nadi, siyasî nüfuzunu kullanarak elde ettiği rantla tanınıyordu. 1922’de, aralarında Kılıç Ali, Şükrü (Kaya), Tunalı Hilmi gibi isimlerin bulunduğu 54 milletvekili ve 37 tüccarla birlikte Türkiye Millî İthalat ve İhracat AŞ’yi kurmuştu. İlişkilerini kullanarak Almanya’dan ithalat ayrıcalığı elde
etmişti ve karşılığında Cumhuriyet gazetesinde Nazizm propagandası yapıyordu.
Ancak Nadi, iktidarı da sıkça eleştiren Arif Oruç gibi gazetecilerdengelen tepkiler üzerine uyuşturucu şirketinin yöneticisi olmaktan vazgeçti.
“TC Uyuşturucu Maddeler İnhisarı (Tekeli)”
CHP, Aralık 1932’de dünyada uygulanan politikalarla paralel bir dizi düzenleme yaptı. Bunların kanunlaşması ve Milletler Cemiyeti’ne bildirilmesi süreci, uyuşturucu lobisiyle karşı-lobi arasında büyük bir çekişme sonucu zorlukla gerçekleşti. Özellikle uyuşturucu lobisinin adamı içişleri bakanı
Şükrü Kaya’nın engelleme gayretleri kayda değerdir. Sonunda 31 Mayıs 1933’te TC Uyuşturucu Maddeler İnhisarı (Tekeli) kuruldu. Uyuşturucu satışı devletin tekeline geçti; devlet artık resmen uyuşturucu satıyordu. Bu tekel, daha sonra 1937’de, bugün hâlâ var olan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne
(TMO) dönüştürüldü.
İktidarların tarihinin yalanları tel tel dökülürken...
Bu topraklara çöreklenmiş olan iktidarları kafalarımıza yeniden ve yeniden kakmak için uydurulan “inkılâp tarihi” masalı bu yıllarda sona erer. Ama diğer konular gibi, iktidarların eroinle olan derin bağları devam etti, ediyor. 1999’da biten savaş sırasında tanklarda uyuşturucu nakledenler sadece birkaç suçlu asker ya da “münferit vaka” değildi, iktidarların organizasyonununesası budur. Tıpkı bugün TMO büro ve binalarını görebildiğimiz gibi, ekonomisinin yaklaşık yarısı uyuşturucuya dayanan bu topraklar iktidarları, kurucularından savaşçılarına, heykelleri dikilenlerden ders kitaplarında övgüler düzülenlere kadar her unsuruyla çok çok uzun yıllardır eroinle göbek bağına sahiptir. “Eyy Türk gençliği”nin damarları uyuşturucuyla dolarken, timsah gözyaşı döken siyasetçi-işadamıasker şeytan üçgeninin Halis Toprak’lı, Kadir Has’lı, Mehmet Ağar’lı, Susurluk’lu eroin organizasyonu kasasını doldurmayı, iktidarını cilalamayı sürdürüyor. O kalleşlerin muhtaç olduğu
kudret, bu toprakların %52’sinin damarlarına yaydıkları uyuşturucuda. Bahçelerinden duvarlarına nutukların atıldığı okulların tuvaletlerinde, süslü sokakların en izbe köşelerinde bu afyonlu mirasın hedefi çocuklar kendilerini uyuşturdukça onlar semiriyor. Ama gerçek“inkılâp tarihi”nin bu yüzünü de gördükten sonra, uyuşturucu tacirleri birbirlerine verdikleri resmî ambalajlar ve hayırseverlik payeleriyle ölüm kârlarını daha ne kadar makyajlayabilirler? Yalancıların kirli, kanlı, paralı, iktidarlı,
ölümlü tarihlerinin cilası tel tel dökülüyor. Ve sakın unutmayın iktidarlar, bu yazıyı afyonlu eroinli tarihinizin karşısına özgürlük mirasının tüm öfkesi ve coşkusuyla dikilen %52’nin çocukları yazıyor!
Alıntı:
“Mucize ilaç” eroin! “Heroin” bir marka olarak 1898’de bugünün küresel ilaç şirketi Bayer
tarafından pek çok ülkede aynı anda tescil edildi. Bundan sonraki yıllarda “mucize ilaç” diye
satıldı. Bağımlılık yaratma etkisi bilinmesine rağmen bir süre daha buna göz yumuldu; ancak ilk olarak
ABD’de görülen politika değişiklikleriyle birlikte farklı yasal
düzenlemelere gidilmeye başlandı. Dünyada iktidarı gittikçe güçlenen ABD, tabii ki uyuşturucuyu yasaklama-yı değil, kendi kontrolünde üretimini ve ticaretini sürdürmeyi istiyordu. Bir süre sonra başlayan 1. Büyük Savaş’ta Japonlar Çin’de, Almanlar da Fransa’da direnişi engellemek için uyuşturucu kullanımını sistemli bir şekilde yaydılar
zeratul bu entryi silse nobel barış ödülü alır amk, bu kadar uzun kopyalanıp yapıştırılır mı...
beyler gelin o kadar da derin diil bakin boy veriyorum http://u1312.hizliresim.com/1j/j/vlusg.png