bir isyan,
bir hezeyan,
bir veryansın...
daha başka nasıl tanımlanabilir, bilmiyorum.
ilk defa bugün iliklerime kadar hissettim bu duyguyu. elbetteki daha önceden hisseden bir başkaları da olmuştur lakin hayatta bazı durumlar var ki, gerçekten başa çıkılmakta güçlük çekiliyor.
ben bir akpartiliyim, hayatımda akpartiye bir kere oy verdim, o da metrobüsün gelmesinden sonraki ilk yerel seçimdi, çok işime yarayan bir belediyecilik hareketiydi gözümde, bastım geçtim. sonrasında kafam uyuşmadığı için seçimlerde desteğimi çektim. ama bir kere olsun oy verdiğim için akpartili sayılırım.
bugün birkaç gündür tanışma uygulamalarından biri üzerinden sohbet ettiğim bir hanımefendiyle anadolu yakasında buluştuk. zaten kendisi de olur da bu yazıyı bir şekilde okur da kim olduğumu anlar, yaptığı hatayla yüzleşir ve özür dilemek için bana buradan ulaşabilir düşüncesiyle ismini vermekte de beyis görmüyorum. merhaba ayselciğim, merhaba.
kadıköy moda’da küçük bir dükkanda buluştuk, kendisi beni 15 dk kadar bekletti, arabasını uzağa parkedip yürümüşmüş, neyse. ayrıntılardan kaçınıyorum; nitekim ben karşıdan, uğruna acımadan oy bastığım metrobüsle, metroyla öğle sıcağında 1 saat 15 dk boyunca yolculuk edip vaktinde olay yerine varmışken, kendisi nasıl oluyorsa gecikiyordu ve özür bile dilemedi bu yüzden.
kahve içip bir saat kadar muhabbet ettik. havadan sudan, gündelik olaylardan bahsettik. fakat nedense olup biten her şeyin sebebi bir şekilde akpartiye bağlanıyordu muhabbette. film konuşuyoruz, özgür sinema desteklenmiyor diyor; kültür diyoruz, yozlaşıyoruz oluyor. ya işte tren kazası, sorumsuzluk; dış politika, yetersiz. eğitimden giriyor, sağlıktan çıkıyor. ulan arkadaş daraldım da daraldım ben. neyse suyuna gidiyorum ama daraldım da. yalan yok hoş kız bir de, olabildiğine laik, laikini geçtim nihilizmin kölesi olmuş. anlıyoruz az çok tabi de, bizim de kendimize göre bir stilimiz var tabi.
"ayselciğim..." dedim, "pek çok konuda hemfikir olmamız çok hoşuma gitti..." dedim, "farkındayım, yanlış bir platformda tanıştık lakin henüz saat erken..." dedim. -eee dedi. "istersen..." dedim, "tabi vaktin de varsa, seninle beraber küçük bir roadtrip yapalım, ben sana akşam yemeğini şile'de ısmarlarım, güzel olur..." dedim. hık mık edecek oldu, "senden gerçekten çok etkilendim, fakat senin benden o kadar çok etkilemediğinin de farkındayım..." dedim. malum sabahtan beri tayyip'in icraatları konuşuluyor masada, "bugününü bana hediye et, söz veriyorum çok geç olmadan evinde olacaksın, sadece başkasıyla yapmadığım bir şeyi seninle yapmak ve sonsuza kadar hafızamdaki yerini sağlamlaştırmak istiyorum..." dedim. sabahtan beri çarşamba pazarı gibi suratla karşımda oturan ayselciğim, sanki bu anı bekliyormuş gibi alaycı bir kahkaha attı, - nereden çıkardın senden etkilenmediğimi dedi. hadi kalk dedim lavaboya gidiyorum ben dedim, hesabı ödedim toparlanıp çıktık.
araba ne tarafta demeye kalmadı, - benim arabamla gidelim o zaman dedi, * "haha peki öyle olsun" dedim, başladım kızı takip etmeye...neyse kapalı otoparka girdik, uzaktan parlayan bişey gördüm, baktım o parlayan şeye doğru ilerliyoruz. aman allahım, gözlerim beni yanıltıyor olmalıydı: petrol yeşili, parıl parıl parlayan elbisesiyle muhteşem kadın 1969 chevrolet corvette stingray.
hayatımda ilk defa gördüğüme inanamadığım için gözlerimi ovuşturdum. ağzımdan ahlaksız sözcükler düşük tınıda dökülmeye başladı. tam kapıya anahtarı soktu ki, "bi saniye!" dedim. -efendim dedi. "seyret perişan halimi bende akşam olmakta, dostlar seyrelmiş beyhude lafla vakit dolmakta, avare oldum serseri oldum terki diyarda..." dedim. - haha ne oldu dedi. "ne olursun ben kullanıyim" dedim. "al benim anahtar da sende kalsın güvenmiyorsan, hatta evin anahtarını da veriyim annem kardeşim de senin olsun!" dedim. - ahhah manyak mısın oğlum sen dedi. cık dedim. bir aysel'e bir arabaya baktım. - yakala dedi fırlattı anahtarı.*
beyler, böyle bir motor sesi yok. orospu evladıyım 30 saniye boş viteste gaza bastım. triptonik 4 vites, yemin ediyorum şanzumanı götüme sokasım geldi otobana çıkana kadar ya. radyoyu açtım, camı açtım...kafayı sıyırcam artık konsolu ayrı, direksiyonu ayrı...aysel de anlatıyor babam şuradan şöyle getirmiş şöyle olmuş böyle olmuş...ölünce amcam aldı sonra garaja kapatmış...yav amcana bir babana iki aysel. girdim mi şile otobanına...
ahanda dedim hadi kızım sen biraz dans et şimdi. gaza inceden bi ayak ucu yaptım. aman yarabbi...ulan biz tango yapıcaz sanarken otobanın sağı solu sanki upuzun bir dans direğine dönüştü mü...380 beygir aga. petrolün pistonlardan kartellere süzüldüğünü hissediyorum allahım olmasın. hız kadranı 60 mph gösteriyor. kaçla çarpıp kilometreye çeviricem unuttum amk.
neyse dedim statükoyu sarsmaya gerek yok. çektim ayağımı, kaldırdım sol kolumu, yerleştirdim camın eşiğine, başladım ben aysel'e iltifatlar dizmeye. şöyle kalitesin, böyle güzelsin, öyle bir eşsiz kartanesisin; orada eşin olmaz, burada benzerin yok...aysel hahaha aysel hihihi. radyo da radyoymuş dedik de arada cızırdıyordu ama, "frekansı değiştirsek mi biraz daha hareketlensek?" dedim. -ne açalım dedi, dedim aç: 93.7. valla açabildi mi ne yaptı bilmiyorum boşa da reklam yapmayalım. açtı bir şeyler neyse.
ulan dakikası olmadı, dj ikindi vakti verdi mi arkadan sweat dreams'in remixli versiyonunu. everybody's looking for somethingler, who am i to disagreeler...
sonra keep your head up, moving ooonn...diğer bi şey daha moving oooonn...şarkı woooo hoooo aaaaa kısmına girdi girmedi, aysel bana döndü ve kulağıma hayli eğilip aynen şöyle dedi: - hafızanın büyük bir kısmını kaplamamı ister misin? " nasıl yani?" ded..
elini pantolonuma attı. - yoldan gözünü ayırmayacaksın dedi. ona göz ucuyla son kez bi bakıp kafamı yukarı aşağı yaptım. radyonun sesini fulledi o an...ben de rahat bi boğazımı temizledim o sıra öhööggh, gghhhmm diye...tişörtünü çıkarıp konsola koydu. bakamıyorum ki heyecandan. ulan direksiyon bi kaykılsa dünyanın en karizmatik ölen insanı olma şansımı saniyelerle kaçıracakmışım ve dünyanın en rezil ölüm şekline devredeceğim durumuyla karşı karşıyayım. sonra bu fermuarı açtı mı. sonra ben koltuğu az bi geri ittireyim diye sol kolu alta attım mı. o sıra çoktan psikolojik tedavi sürecim başlamış haberim yok. ayağımla bi inceden sarsacak şekilde gaz gaz yaptım. derken girdi mi tekno solo...sikerim dedim dik oturayım.
milyonlarca hücremin milyarcasının arasından süzülüp seçmece şekilde dünyaya karıştığını hissediyordum. travel the world and seven seas ne demekmiş, anladım.
arada gözüm kayıyor, yer kayıyor, direksiyon kayıyor...şarkı da bitmiyor bi taraftan şarkıyla senkronize patlama yapmayı amaçlıyorum tabi dedik ya stilimiz var diye. neyse anladım biteceğini, o vakit direksiyonu da bırakıp başına hafifçe bastırdım. hayatımın en mükemmel anını yaşadım. "şarkı bitene kadar çıkarma!" diyebildim. neyse bu kalktı toparlandı, ben de neye uğramış olduğunu şaşıran biricik willie jr.'ı eski yerine geri soktum. bi tur daha dikleştim. nefes alışverişlerim düzelmeye başladı. zaten ayağımı farkında olmadan gazdan çektiğimden baktım 25 mph'a kadar düşmüşüz. etrafımdaki olaylara uyum sağlama süreci bittikten sonra aysel'e döndüm, baktım. o bana bakmadı. bi daha yola döndüm, bi daha baktım. bu sefer o da baktı. gülümsedi. - ne var ne oldu iyi misin dedi. iyiyim dedim. bi daha yola baktım. baktım. baktım ve dedim ki:
+"ama yol yabdı..."
evet aynen böyle dedim. aysel bi kaldı. yola baktı. bana baktı. ben bu sefer ona bakmadım ve dedim ki "yol akıyo resmen farkında değil misin?". "adamlar bu yol işini iyi yapıyor..." dedim. hakkaten de öyle amk. her taraf tabela, şeritler sıra sıra gidiyor. bariyeri, refüjü...her şey olması gereken yerde...sonra biraz da baskıcı bir şekilde bir kez daha (bkz: ama yol yabdı) dedim. aynen bu tını ve vurguyla. sonra da güldüm.
aysel bana -bi sağa çeker misin dedi. otobanın ortasındayız. "iyi misin?" dedim naif şekilde elimi dizine koydum. -müsait yerde sağa çek dedi. ondan sonra hep sağa baktı. neyse bi 500 m sonra güvenlik şeridinde yavaşladım. kapıyı açtı. - bu tarafa gelsene bi saniye dedi. indim o tarafa geçerken baktım aysel şoför koltuğuna zıpladı. kapıları kitledi. ben açtım kollarımı kafa sallıyorum hayırdır diye. camdan bana - bak ne güzel yol yapmışlar, biraz da yürüyerek devam edersin dedi. çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum.
böyle bir hadise.
evet akpartili olduğum için ve olumlu bir icraatı övdüğüm için 4 saatte eve döndüm. dönüşte yine otobüs, metro ve oy verdiğim metrobüsü kullanarak. bu toplumsal ayrışma artık son bulmalı. kimsenin kimseyi siyasi görüşünden ötürü bu şekilde yargılamaya hakkı yok. elit diye tabir edilen toplumsal sınıfın kaba bireylerinden biri tarafından bu şekilde infaz edilmek hiç hoşuma gitmemişti. belki kurulacak güzel bir dostluğun, arkadaşlığın yahut ikili daha kapasiteli bir ilişkinin mihenk taşları politik çıkarımlarla bu şekilde baltalanmamalı.
nitekim hepimiz bu coğrafyanın insanıyız. aynı yoldan geçmişiz biz, aynı sudan içmişiz biz.
ne mutlu türküm diyene.
unutmayacaksınızda bir sik yiyebilecek misiniz ? mesele hollanda yargıçları tarafından aklanır aklanmaz ispanyaya kaçan (bkz: thom karremans) adlı götvereni bulup cezasını kesebildiniz mi ? sırplara karşı ne yapabildiğiniz ? hollandayı çıkıpta mahkum edebildiniz mi ? hayır. çünkü güçsüz bir 'ümmet' siniz. bu yüzdende güçlü gavurlar tarafından öldürülmeyede mahkumsunuz. şamar oğlanısınız hepiniz. dün bosnada, bugün ortadoğuda, yarın başka bir yede, farketmez. siz dinle uyutulan aciz şamar oğlanlarısınız. güçsüz orospu çocukları sizi. sıkıldım artık bu unutmayacağız zırvasından, umursuyormuş gibi davranıp vicdanınızı rahatlamanızdan. nerede masum birileri katledilse arkasından gelir bu unutmayacağız lafı. bak 23 sene oldu kocaman 23 sene.