benim babam işçi memur fazla sorma aslım budur
namusum her şeyim benim
gururum ekmeğim suyumdur
o değil de videoya yapılan yorumlar insanlığımdan utandırdı beni. iki insanın öpüşmesine bile böyle tepkiler koyuyor toplum yazıklar olsun.
sehvet sahibi olmak bir ayricaliktir ister 20 yasinda olun ister 50 yasinda. o adamlarin hissettiklerini siz orospu cocuklari hicbir zaman hissedemeyeceksiniz
@sikik sokuk semdin sakik: birey ve toplum bazında iğrenmenin 'genlerle alakası'nın ise üstünkörü bir ihtimal olarak bahsinin edilmesinden ziyade somut, nesnel bir ispata; o ispatın da somut nesnel bir kuramsal tabana ihtiyacı var. o taban, kaçarı yok, buram buram biodeterminizm kokacak. psikolojiye bulaştığı halde determinizminin hakkını verecek seviyede kapsamlı ve tutarlı bir kurama, o kuramın özne-nesne ilişkisini sorunsuzca kuran bilişçi epistemolojiye sahipsen ve bize söylemiyorsan ayıp oluyor.
misal pırasadan iğrenmek örneği. bu 'zevk' hem çevresel, hem psikolojik, hem genetik sebeplere dayanabiliyor. görünen o ki, bunun genetik kısmını ispatlayabiliyorsun. eğer asansörde yiyişen pırasalar konulu bir video hakkında yazıyor olsaydık, ''pırasalardan ben de iğreniyorum, işte 23&me raporum, işte istatistiki tutarlılığım'' diyebilecektin. peki ya eldeki örnek? sevişen emmilerden iğrenme geni gibi bir enzimle, bir mütasyonla ifade edilebili bir indirgemecilik ilişkisi kurulabiliyor mu? kurulamıyor. link verebiliyor muyuz? veremiyoruz. 'belki ileride çıkabilir?' mi diyeceğiz? bir tattan iğrenmeye denk bir indirgenebilirlik ihtimali, bağıntısı görünmüyor. 'ama belki şimdi görmüyoruzdur? ne belli?' tamam, bir ihtimal olarak kenara yazalım. şimdi o ihtimal dışında kalan çevresel faktörlere bakalım.
en temelinde neden iğrenmiştik? cinsellikten. cinsellikten iğrenmenin genofobi ile alakalı olduğu söylenebilir. genofobi de, *yine* genetik kökenli olabilir. ama seçici bir genetik kökenli genofobi mümkün mü? beeeelki. eşcinsel cinselliği izlerken beynin şurası hareket ediyordur da o bölgesi hassastır da, miden bulanıyordurumsu bir indirgeme sallayabiliriz. hard-science fiction denemesi olarak başlar, sonra ispatlanır mı? beeelki. ona gelesiye kadar cinselliğin aleyhindeki toplumsal çerçeveye bir dikiz atabilir miyiz? atabiliriz.
atınca karşımıza ampirik alanda ilk ne çıkacak? çevresel çıkacak değil mi? çevresele baktığımızda ne göreceğiz? birbiriyle çelişen hükümlere sahip dini, edebi, ananevi metinler; tabular, tabular hakkında kanunlar, kanunların somut etkilerin, siyasi alanda kendini tekrardan üretmesi, o alana doğan bireylerin cinsellik konusunda hassaslaşması, genofobi ve erotofobinin bir tür emniyet sübabı işlevi görmesi, içselleşmesi. böyle bakınca genetiğine kadar inmeye pek gerek kalmadan, insanı biyolojik müşterek olarak aldığımızda toplumlar arasındaki farklılıklar üzerinden genofobinin edinilmiş olduğuna hükmedemiyor muyuz? hükmedebiliyoruz. cinsel ilişki görüntüsü görenin iğrenmesinin, gerilip huzursuz olmasının genlere gelmeden ifade ve izah edilebilir olduğunu da fark ediyoruz.
özetlersek genofobinin toplumsal olduğuna bilerek inanıyoruz da eşcinsel cinselliğinden iğrenmenin homofobiyle alakası olduğuna mı inanamıyoruz? bu iğrenmeyi, zaten tek tek şahsi bir durum olmayan yapısal bir hakikat olan homofobiyle ilişkilendirilince 'çok abartmış' mı oluyoruz?
'o kadar da değil canım çünkü biraz da zevkler ve renkler. zevklerin ve renklerin ikiyüzlülüğü olmaz!' mi diyeceğiz?
zevk ve renge boyalı bir siyasi iktidarın gölgesinde zevkler ve renklerin de ikiyüzlülüğü olur. çünkü zevkler ve renkler iktidar yarattıkları gibi, iktidarlar da renkler ve zevkler yaratırlar. şimdi düşün: heteronormatif, homofobik, heteroseksist bir evrene fırlatılacaksın. mutlak bir kurum bünyesinde yaşayacaksın. yani hem normal bilgisi olacak, hem de normal algısı, hissi diye normal bilgisine eşlik eden bir şey olacak. normal dışı hareketler de buna göre kodifiye edilmiş olacak. nasıl tepki verileceğinden, nasıl öykülendirilmesi gerektiğine kadar her türlü kalıplamadan geçmiş olacak. üstüne bir de normal dışına karşı fiili yaptırım olacak. 'normaldışı olan-normaldışı hareket eden ayrımını geçtim normaldışı *ile* hareket eden dahi, şahsen dışlanma ve aşağılanmaya açık olacak. iktidarı varsa yitirecek, can ve mal güvencesinden olacak. ve bu iklimde tam da bu konulara temas eden bir zevkin sadece sana ait 'kendinde şey' olduğuna iman edip, eşitler arasında bir eşit, renkler arasında bir renk olarak senden sana dönüşlü bir qualia demeti olduğunu mu varsayacaksın?
dahası hayatında domuz etini hiç tatmamış olduğu halde, ananevi ve samimi bir şekilde domuzdan eti ve yan ürünlerine kadar 'iğrenenlerin' diyarına doğacaksın, zevklerin domuz eti sevmemeyi doğal olarak kapsadığı bir kültürel coğrafyada yetişeceksin ve zevk/rengin şahsiliği ilkesine örnek vermek için aklına 'pırasa' gelecek. dahası pırasa'dan ispat yapmaya çalışan ortalama sözlükçü değil, kafası literally cin gibi çalışan birisi olacaksın. bu kısmın yanına bir yıldız koyuyorum: *
tam olarak bu yüzden, bu sınırlanmışlığın aksini gördüğüm için itiraz ediyorum. iğrenme işinin abartılması da bu yüzden bana pek mümkün gelmiyor. çünkü bu, her şeyden önce 'dozunda, kaliteli iğrenme' gibi bir ideal pozisyon vazediyor. öyle bir pozisyon yok. toplumsal geribesleme nedeniyle bir şeyden iğrendiğin anda nitel bir değişim söz konusu oluyor, miktarı, yani dozu zaten önemsizleşiyor. ''toplumdan etkilenmemelisin, etkilenemezsin, etkilendiysen traşsın'' demiyorum. mesele iğreniyor olmanın, yani duygulanımın kendisi ile değil; onun senin ve çevren üzerindeki etkisi ile alakalı.
bu etkiyi iki ana başlıkta özetlersek: 1. hakikat ve bilinç ile 2. etik ve adalet üzerindeki etki olarak özetleyebiliriz.
iğrenmenin fiili etkilerini bir sayalım: iğrenmek, ilk önce, iğrenmeye sebep olan şeyin hükmü altına girmek demek. genetik bir çerçevede 'doğal'a yorulduğunda dahi 'makbul' değil. değil, çünkü bir şeye uzak durmak zorunda hissetmek, o şeyin uzağı ve uzamında kalmak, o şeye karşı (ve o şey sebebiyle) özgür olamamak demek. sevmediğin bu tek bir şeyse o tek şeyle kısıtlanmak, dünya o şeyler ile doluysa (ki dolu) kuşatılmak demek. peki bu örnekte kim kimi kısıtlıyor ve kuşatıyor? etik ve adalet üzerinden gidersek, iğrenilen iğrenen tarafından kısıtlanıyor. iğrenilmemek için gizlenmek, saklanmak, görünmez kalmak zorunda kalıyor.
bu kısım en öncelikli, en acil müdahale gerektiren kısım. ama tek kısım değil, çünkü kısıtlılık ve kuşatılmışlık yine tek yönlü değil. çünkü iğrenen kendisini de kısıtlıyor. iğrendiği şeye karşı özgür olamıyor, olamadıkça özgür olmayanlarla kuşatılıyor. özgür olamadığı için tanıyamıyor, tanıyamadığı için deneyimleyemiyor, deneyimleyemediği içinse sindiremiyor. 'doğrudan deneyimleyememek'ten, tadına bakmamışlıktan bahsetmiyorum; bilinmeyene dair herhangi bir deneyimi de sınırladığını söylüyorum. ''seviş belki senin de hoşuna gidecek, belki içten içe istediğinden iğreniyorsundur'' demiyorum (ki bu da gayet olası ve isabetli bir tanı olabilir), daha çok ölü görmek istemeyen bir tıp öğrencisinin deneyiminin sınırlanması gibi bilgi ve kavrayışına engel olmasından kaynaklanan bir deneyimsizlikten söz ediyorum. deneyimsizlikten kaynaklanan çoraklaşma ve genel elastikiyet yitiminden bahsediyorum. zekanın bir kısmının süymesi, aklın bir yerinin hep topal kalmasından bahsediyorum.
iğrenmek, bilhassa antropolojik çerçeveden bakıldığında salt toplumsal tabanlı olma ihtimali olan bir iğrenmek'e, bir gıdım genetik ihtimal hatrına yanaşmaktan prensip olarak çekinmek, etik açıdan bu denli sorunlu ve adaletsizliğin uzanan eline hayfayf yapmaktan, o eli havada bırakmak riskini de göze alarak, ilkesel gerekçelerle mesafeli durmak gerekiyor. çünkü toplumu ve normalini, içselleştirdiğin yerinden tutup savunmaya başladığın anda traşlaşmak kaçınılmaz oluyor.
misal dayıların asansörde gizlenmek zorunda kalması. asıl sorun o değil mi? 'kapalı kapılar ardında yaşanan cinselliğin meşruiyeti' ve öğretisi, 'doğal iğrenme hakkı' karinesinden yaratılmıyor mu? yarattığı kapının ardına da dili ve zihni yine doğal olarak uzanmıyor mu? o 'negatif hakkın' önüne pozitif hukuk kaplama bir kapı çekmeye çalışırsan o kapının bir değil iki arkasına da hapsediyorsun var olanı. çocukken allah ile küfürlü bir kelimeyi aynı anda kullanan bir çocuğun tövbe etme loop'una giriyorsun. işte deneyimleyememenin kendi kendini kendinden yaratan bir başka biçimi.
çoğunlukla herhangi birinin değil bir tanıdığın işi olan tecavüz 'dozunda iğrenmeli hayat'ın kapalı kapılarının ardında eşeleniyor. pedofili manasına gelmek zorunda olmayan, reşit bir kadın ve erkek arasında gerçekleşmesi ihtimali olan ensest dahi, ancak ebeveynin çocuğa tasallutu olarak tecavüz ile şiddet'in arasına dolgu malzemesi olarak sıkışmaya mecbur görülüyor. niye? çünkü iğrenmek muhakemeyi sınırlar. çünkü iğrenmek bir 'her şeye rağmen'dir, muhakeme ve rasyonel düşünceye de gider yapmaktan, 'emanet'i çekip adaleti sikmekten çekinmez. o yüzden pozitif hukuk çerçevesi içinde bile dozunda kalamaz. iğrenmek, hakikatten yüzünü çevirme zorunluluğunun ancak maşası ve bahanesi olabilir. iğrenmek, öğrenmek'in düşmanıdır. (duman avcısına dönüştüm burada)
'keşke her yerde yapabilsinler'in lafta kalmaması için, önce senin önünde yapabilmelerine farklı bir gözle bakabilmek gerekiyor. onu da 'yiyişsinler bitene kadar sabredelim. yine iğrenelim ama içimizden iğrenelim, bir sonraki nesil toparlarsa toparlar' üzerinden uzun soluklu bir strateji olarak pazarlamak, herkesten önce kendine adaletsizlik. herkes ile beraber bu video yayınlandıktan sonra hayatı kayması kesin olan o iki insana adaletsizlik. herkesin dışında ve üstünde hakikate karşı adaletsizlik. ki o yukarıda koyduğum yıldızı buraya indiriyorum. imanuel kardeşim, sen hakikate gönül vermiş adamsın, hakikat de sana karşı boş değil, araya yığın ahlakı ve değerleri, tepki ve sınırlanmışlığı girerse ikiniz de kaybedersiniz. siz kaybederseniz biz de kaybederiz. ama sen hakikaten hakikatten epey daha fazla kaybedersin.