Kardeşim Nermin
Sana fecî bir havadisim var. Homongolos dün fecî bir kaza neticesinde öldü. Arkadaşlar zavallıyı bu sabah kasabanın mezarlığına gömdüler.
Bu hayat ve sıhhat ile dolu adam için ölüm öyle uzak, öyle uzak görünüyordu ki hâlâ bu faciaya içim inanmıyor.
Biraz evvel Handan ile beraber arabayı hazırlattık. Homongolosun mezarına gittik. Henüz kurumamış toprağının üzerine üç beş çiçek bıraktık.
Bu adam gerçi düşmanımızdı. Fakat ölümle öç alınmaz değil mi? Ben onun sadece gururunu kırmak istiyordum. Bîçarenin önümdeki toprak yığınının altında âciz ve müdafaasız yattığını düşününce ona bile pişman oldum. Ne yapayım Nermin? Ben zayıf kalpli bir kızım.
Handan çok müteessirdi. Dikkatle yüzüme bakarak:
- Bu ölüme hâlâ içimden inanmak gelmiyor, dedi. Homongolos o demir gibi kollarıyla toprakları silkip atacak, bizim teessürümüzle alay etmeye başlayacak sanıyordum.
Bir gece kendisini bostan kuyusuna atarak benimle eğlenmesini hatırladım. Bu vaka o vakit beni hiddetten çıldırtmıştı. Fakat şimdi artık gözyaşlarımı zapt edemiyordum.
Ölüm öyle bir şey ki insanı en büyük düşmanlarıyla bile barıştmyor.
Düğün gecesi benden ayrılacağı vakit söylediği son sözleri hatırladım. Ben de ona aynı şeyleri tekrar ettim:
- Müsaadeni rica edeceğim Homongolos... Sana bir küçük fenalık edecektim... Vakit kalmadı, fakat bu fena niyetim için yine senden af dilemek istiyorum... Pardon Homongolos...
Kaza hakkında sana bir parça tafsilât vereyim Nermin.
Homongolos düğün gecesinden sonra bir daha görünmemişti. Bir kere bir öğle vakti motosikletiyle karşı yoldan geçiyordu. Eliyle uzaktan selâm verdi. Fakat bize uğramadı.
Günler geçtikçe hayretim artıyordu. Arkadaşlarıma:
- Homongolos’ta bana karşı derin bir zâaf uyanmıştı. Sonra ona çok ümit verecek sözler söyledim... Mutlaka dönmesi lâzımdı, diyordum.
Müttefiklerimin ümidi kırılmıştı.
- O belli bir şeydi Sâra... Senin uğraşman beyhude idi... Onun kaya gibi hissiz bir kalbi olduğunu evvelden söylememişler miydi?
Fakat eski bir kurt olan İsmet Hanım hâlâ ümidini kesmiyordu;
- Ben Behire ile beraber, kampa gideceğim, diyordu... Onunla konuşacağım... Senin namına ısrarla davet edeceğim... Hattâ onun tarafından bir evlenme teklifi olursa senin reddetmeyeceğini anlatacak şeyler söyleyeceğim. Homongolos mutlaka gelecek.
İsmet Hanım dediğini yaptı. Behire’yi yanına alıp bir bahane ile kampa gitti. Kendi anlatışına göre vazifesini çok maharetle yapmış... Homongolos ertesi sabah geleceğine dair söz vermiş... Fakat ertesi sabah...
Ah Nermin, şu dünya bir bitip tükenmez aksilikler dünyasıdır... Civarda manevra yapmaya gelmiş bir piyade alayı var... Zabitler bir spor eğlencesi tertip etmişler!
- Futbol oynanacak, nişan atılacak, at koşturulacak, daha bilmem neler yapılacakmış. Ayrıca bir de motosiklet yarışı düşünmüşler. Buna iki zabit ile iki sivil iştirak edecekmiş... Sabahleyin Homongolos da bu müsabakaya girmeye karar vermiş...
Öğleye doğru küçük bir pusulasını aldım; “mesleğe ait bir iş çıktı. Maalesef yalancı çıkıyorum, gelemiyorum. Belki inşaallah yarın” diyordu.
Homongolos bir kere daha bizi atlatmıştı. Öyle hiddetlendim ki adeta hasta oldum. Birkaç saat sonra ölüm haberini alıyordum. Yolun bir dönemecinde motosikletini çevirememiş, bir uçuruma düşüp parçalanmış... Öyle feci bir ölüm ki tafsilatını dinlemeye kendimde kuvvet bulamadım.
Ah Homongolos sen yine kalpsizliğe kurban gittin. Sabırsızlıkla yolunu bekleyen Sâra’ya şiirsiz bir spor müsabakasını tercih etmeseydin böyle mi olacaktı? Belki biraz gururun incinecekti. Fakat bu sonbahar gününün güzel güneşi altında yaşamaya devam edecektin... İlâh ilâh...