Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Gözlerimizin önünde akıp giden uçsuz bucaksız yol ikimizi de içine almıştı. Tüm çoraklığına rağmen manzara yine de ilgi çekiciydi, belki de içten içe onu beğenme arzusu duyduğumuz içindi bu. Genç Prens kucağında tuttuğu Alas’ı okşuyordu. Dikkati başka bir yerde gibiydi; onu bir şeyin endişelendirdiğini fark etmiştim, fakat sessizliğine saygı gösterdim. Bir müddet devam eden sessizlikten sonra nihayet konuştu:
“Ben ciddi bir insan olmak istemiyorum.”
“Olmazsın o zaman.”
“Ama büyümek zorundayım.”
“Evet, öyle.”
“Ciddi bir insana dönüşmeden nasıl büyüyebilirim ki?” soran Genç Prens’i endişelendiren durum bu olmalıydı.
“Bu bir başka güzel soru..." dedim. "Hatta o kadar iyi bir soru ki ben henüz uygun bir cevap bulamadım buna. Gençlik yıllarımızda dünyaya açılırız. Ailelerimizle yaşadığımız süre içerisinde tanıdığımız dünyaya çok uzak bir yerdir burası; en azından büyülü şatolarda yaşayan prens ve prenseslerin, büyülü perilerin olduğu masalları dinleme şansını yakalayanlar için. İşte bu yeni dünyaya açıldığımız an, bencillik, anlayışsızlık, öfke ve aldatmayla tanışırız. Kendimizi savunmaya, masumiyetimizi korumaya çabalarız; fakat haksızlık, şiddet, yüzeysellik ve sevgisizlik peşimizi bırakmaz. İşte bu yüzden ruhumuz, çevresine neşe ve ışık saçmak yerine, acı fakat önlenemez gerçekliğin karşısında titremeye başlar. Bazıları hayallerinin hâzinesini terk ederek, akılcı düşünmenin sahte güvencesinin sunduğu hayatla yetinir. Ciddi insanlara dönüşürler, rakamlara ve rutinlere taparlar, çünkü onlar sayesinde açık bir güvence elde ederler. Ama bu güvence aslında hiçbir zaman tam anlamıyla var olmadığından, bir türlü mutlu olmayı başaramazlar. Sürekli bir şeyler alıp biriktirirler, fakat her zaman bir şeylerin eksikliğini duyarlar. ‘Sahip olmak’ bizi mutlu edemez, çünkü bizi ‘var olmak’tan uzaklaştırır. Bu insanlar araçlara o kadar kapılıp giderler ki asıl amacı unuturlar."
"Mutlu olmuyorlarsa, yetişkinler hayatlarının büyük bir bölümünü neden arka arkaya bir şeyler alarak geçiriyorlar?” diye sordu Genç Prens.
"Mutluluğun bir şeyler elde ederek sağlanabileceğini düşünmek, insanın sakinleşmesine yardımcı olan kendini kandırma yollarından biridir. Önemli olanın sahip olmak veya olmamak şeklinde algılanması, uğrunda yapılan arayışın da bizden uzağa kaymasına sebep olur; böylelikle kendi içimize bakmak zorunda kalmayız. Bu düşüncenin arkasından gidersek değişmeye gerek kalmadan, yalnızca şunu veya bunu elde ederek mutlu olabiliriz”
"Peki, hiç kimse bu durumun farkında değil mi?” diye sordu Genç Prens, insanların bu kadar kör olmasına inanmak istemiyor gibiydi.
“Durum şu ki genç dostum, toplumumuzda elde edilebilecek şeyler o kadar çoğaldı ki insanlar artık tüm seçeneklerin sonuna gelene kadar, yanlış yola saptıklarını fark edemez hale geldiler. Her türlü olasılığa, her ne kadar ufak olursa olsun, hata yaptıklarını ve değişmeleri gerektiğini kabul etmeyerek inada tutunup kalırlar. İşte bu yolda son bir şey elde ettiklerindeyse, yola ilk çıktıklarında kazandıkları başka şeyleri kaybetmeleri yeni bir problem olarak karşılarına çıkar. Ellerindeki yedi şapkayla oyunlar yapıp hiçbirini yere düşürmeyen akrobatlar gibidirler. Onlar bile sadece yedi taneyle yaparlar bunu! Kaldı ki insanlar elde etmek istedikleri bir şeye yaklaştıklarında, sadece devamında ne istediklerini düşünürler. İşte o zaman nihai amaçları, aslında olması gerekenden sapar ve böylece hayatlarını nafile bir arayışla harcarlar. Bir şeyden diğerine atlayıverirler; tüm bu nesneler, asla karşı yakasına geçmeyecekleri bir nehrin taşları gibidir. Genelde, daha fazlasını elde etmeyi arayanlar, geleceğe tutsak kalırlar. Şimdiki zamanı ne hissedebilir, ne de tadını çıkarabilirler onun; çünkü tüm dikkatleri o anın ardından gerçekleşmek zorunda olana odaklanmıştır”
“Peki, bunu değiştirmek için ne yapabilirler?” diye sordu genç arkadaşım, kucağında yatan Alas’ı okşarken.
"Varoluşun gerçekliğine dalmak ve kendini akışa bırakmak. Her geçen anı yaşamaya, hissetmeye ve sevmeye odaklanmak, bu süreçte yaptığımız yolculuğun sonucunu saplantı haline getirmemek. Sonuçta hayatın amacı da tam olarak budur aslında, tecrübe etmek ve hissetmek. Önümüze çıkan engeller karşısında, özünü koruyarak değişip yeni şekillere girebilir hayat; durmadan akışının yönü ve yatağının genişliği değişen bir nehir gibi. Burada önemli olan, algılarımızın açık olması; sevme, var olma, keyif alma ve yaratma yetilerimizi sonuna kadar kullanabilmemizdir. Bulunduğumuz anı ve yeri yaşayarak bilinçli ve açık olmalıyız. Ne geçmişe ne de geleceğe takılı kalmanın bir faydası yoktur.”