telegram linkini başlık olarak açıp altına
"Mal orospu çocuğu zeratul bu başlık böyle açılabiliyorsa senin yaptığın sözlüğü sikeyim" demiş ve göndere basmış. basış o basış...
tam bir hacker
allah rahmet eylesin.
klasik tabirle, "tanımadığım" bir yazardı. sadece birkaç yazısını okuduğumu nevi şahsına münhasır takma ismi sayesinde hatırlıyorum. vefatının ardından kendisini ziyaretimin sebebi ise bazı sorulara cevap bulmaya çalışmak. ne demagoji yapma niyetindeyim, ne de sevenlerinin acısını depreştirme...
attaboyiye'nin intiharından bir-iki gün önce uzak bir akrabamın (anneannemin yeğeni) intihar haberiyle şok oldum. kendisini az-çok tanırdım. 47-48 yaşlarında, ufak bir kasabada yaşayan, maddi bir problemi veya başka (namus vs.) bir sıkıntısı olmayan birisiydi. vefat ettiği sabah kalkıyor, her günkü gibi babasının bağına gidiyor birlikte ineklerle ilgilenmek için ve iş bitince babası oğlunu almak üzere bağ evinin küçük odasına girince oğlunu kendini asmış olarak buluyor. bir umut belki ölmemiştir diye kurtarmaya çabalıyor; ama nafile.
görünürde en beklenmeyecek kişilerden biri intihar ediyor; zira dediğim gibi bir problem yok yüzeyde. lakin, kendisini en son birkaç yıl önce gördüğümde yaşından daha yaşlı görmüştüm. zayıftı, ağzında neredeyse diş kalmamıştı. kendisi hem babasına süt işinde yardım eder, hem de kardeşiyle birlikte sobacılık yapardı. yani bir nevi iki işi vardı. diyeceksiniz ki, "ne güzel!". hayır değil. babasını (yani anneannemin oğlan kardeşini tanırım). o ineklerinin bakımı olsun diye (ki birsürüdür) şehir dışına bile çıkmaz akrabalarını görmeye. bizim oralara (müntehirle hemşeriyim bu arada) bile yıllardır uğramamıştır. aynı tempoda çocuklarını da çalıştırır. ben sanmıyorum ki o canına kıyan akrabamız bir an bile bir boş vakit bulsun. onu da geçtim, yıllardır şöyle 5-10 günlüğüne kafa dinlemek için tatile çıkmışlığı dahi yoktur. ve belki de aynı şeyi 40 senedir yapardı ilkokul çağında başladığını hesaplarsak.
vefat ettiği günün sabahındaki davranışları bile şüphe uyandırmamış. mesela sabah evden çıkarken üç kere geri dönmüş sigarasını, cep telefonunu, anahtarını vs. almak için. bir-iki saat sonra intihar etmek isteyen birisi niye bu kadar titizlensin? hatta bir-iki ay evvelinde ağzının tamamına takma diş yaptırmış. demek ki bir-iki ay evvelinde de büyük ihtimalle plan-programı yoktu intihar noktasında. belki de aniden müthiş yoğunluklu bir bunalım/cinnet benzeri bir hal geldi belli ki.
demem o ki, insan öyle bir varlık ki, yaptığı çoğu şeyin ardında bazı şifreler var aslında. psikopatlık derecesinde hastalıklı bir ruh değilse, sebepsiz, zevk için kimsenin intihar edeceğini sanmıyorum. attaboyiye aslında bazı noktalarda işaret fişeklerini atmış; ama o titanik filmindekiler gibi duyuramamış. bu satırları kimseyi suçlamak için yazmıyorum. herkesin birtakım problemi var kensini yeterince meşgul kılan. ama üzülüyorum işte tanımasam da veyahut da tanısam bile hiçbir yakınlığım olmayacak olsa da.
birkaç hafta önce kayıp yazarlar listesine bakıp hakkındaki yazıları okumuştum. sevgililer, arkadaşlar, dostlar, o yazarın ardından öyle içli şeyler yazmışlar ki, ağlamamak mümkün değildi. ve okuduklarımın çoğu maalesef intihardı. kişi bazen kendisini delicesine seven bir sevgilisi varken bile intihar edebiliyormuş onu öğrendim o yazılarda; içim burkuldu, hem giden hem kalanlar için.
öte yandan, bence toplum olarak bir yerlerde yanlış yapıyoruz. veya daraltayım; gençlik olarak bazı yerlerde gömleğimizin ilk düğmesini yanlış ilikliyoruz ve devamı da yanlış geliyor. attaboyiye, kısa sürede duygusuzlaşmasından şikayet etmiş, bazıları "keşke biz de öyle olabilsek" diye teselli veriyor. nasıl yani? o zaman, ölen sahibinin yanı başında hüzünlenen bir hayvanın bile aşağı derecesinde olacağımızı fark edemiyor muyuz? bence doğru bir şikayette bulunmuş arkadaş bir "insan" olarak. dışarıdan bakıldığında o kadar hayat dolu olan birisinin de aslında o kadar da hayat dolu olmadığına kaç defadır şahit oluyoruz.
şu iki yüz küsuruncu yazıyı ben değil de, vefatından evvel yakın veya uzak bir arkadaşı yazsaydı, acaba şu an bu satırları karalıyor olur muydum? benzer hisse, vefatından evvel birkaç yazı, vefatından sonra yüzlercesi yazılan "meşhurlar" için de kapılıyorum. bu durum biz "normal"ler için normal olabilir; ama "anormal" için normal, "normal" değildir.
"ne yapsak", "ne yapılmalı" bu insanlardan intihardan döndürmek için diye soruyorum kaç gündür kendime. "yaşamak güzel" masalıyla değil, gerçekçi argümanlarla karşısına çıkıp o kişinin derdine deva olmalı. neden bir sürü insan bunalımda? nedir eksik kalan? hastaysa kişi, niye tedavi ettirmeyiz? hastaysak niye kabullenmeyiz halimizi ve doktorun reçetesine razı olmayız? öff, bilmiyorum belki de şu an yaptığım gibi konuşmak çok kolay...
bir de şunu fark ettim: inancımız, meşrebimiz, idealimiz, ideolojimiz ne olursa olsun, ölenin arkasından o kişinin gitmesini temenni ettiğimiz yer duruma göre "cennet", "huzurla yatılan yer", "ışık" veya "gökyüzü" oluyor. aslında hepsi bir nevi ahiret anlamına geliyor, çünkü ölümün "ahir"inde gidiliyor buralara "evvel"inde değil. ve biz o gidene, o sevdiğimize yakıştıramıyoruz başka bir ihtimali. ve o güzel ihtimallerin varlığı biraz içimizi ısıtıp, acımızı azaltıp, teselli veriyor bize. huzur duymak için inanmıyoruz oralara; inandığımız için huzur duyuyoruz.
kendi meşrebimce dualarımı eksik etmeyeceğim müteveffadan/merhumdan.
allah rahmet eylesin.
@cavci: yoo ben kavga çıkarmadım. Kavgayı sen başlık açarak başlatmışsın ben de iştirak ettim.