merhaba, ben izmirden murat. 19 yaşındayım ve arkadaşlarım tarafından oldukça yakışıklı bulunurum. değirmen taşı gibi götüm mandalina narinliğinde memelerim var. bir gün dışarı çıkmak için hazırlanıyordum, içime annemgilin ördüğü yün içliği giydim bugün sikiş olmaz diye. zaten etek traşım da berbattı, biraz karıştırdığımda elime bisküvi geldi. kahvaltı niyetine yedim. dışarı çıktığımda meme uçlarıma kadar ürperten soğukla karşılaştım, hemen hırkamı kapattım. hırkama göz attığımda gözlerimden yaşlar akmaya başladı, teyzemin yeleğini giymiştim. artık eve gidemezdim, hem post-modern bir tarz yarattım deyip tepkileri geçiştirebilirdim. sağa döndüğüm anda onunla karşılaştım; hamal yılmaz amca.
"mırat nittin lağ" dedi bütün sevecenliğiyle, "iyiyim yılmaz amca işe gidiyorum işte yarrağı yedik bugün de" diye cevapladım onu. "yelek de güzelmiş sulukule orospularına benzemişsin" dedi. sustum. işe doğru yola koyuldum, işe gittiğimde sekreter aysun'un portakal gibi memeleriyle karşılaştım, şüphesiz ki onlar yalanmak için yaratılmıştı. ben bu hayvani hislerime karşın ona yavşak bir gülümsemeyle "günaydınlaar!" dedim ve yeleğimle oluşturduğum ibne imajını perçinledim.
sabahki yediğim taşak kılı esanslı bisküvi midemi bozmuş olacak ki tuvalete yöneldim, karnım aşırı ağrıyordu. koşaradım bir kabine girdim ve bazır buzur sıçmaya başladım. en heyecanlı anda dış kapı açıldı ve aysun'un kahkahalarını duymaya başladım. evet, kadınlar tuvaletinde teyzemin yeleğiyle sıçıyordum. ve dışarda hayallerimin kadını aysun vardı, ayaklarımı klozetin üstüne çekip bekledim, ama aysun ağız ishali olmuş mahalle karıları gibi sürekli arkadaşıyla konuşuyordu ve kahkaha atıp duruyordu. kahkahalarından tahrik oldum ve asılmaya başladım. boşalmama yakın ayağım kaydı ve kapıya doğru düştüm. evet dal taşak elim sikimde aysun'ların önünde uzanıyordum, utancımın etkisiyle "eheh ayshun naber eheh" dedim. yüzündeki şok ifadesinden ayrılan aysun gülmeye başladı. o güldükçe sinirlendim ve onu sikmek istedim. ama ezik bir orospu çocuğu olduğum için ağlayarak donumu toparlamaya başladım. ben arkamı dönüp pantolonumu giyerken arkadan aysun'un sesini duydum; "baksır güzelmiş tivitili, kız kardeşime de alayım aynısından. ahahaha"
kapı kapandı ve çıktılar. 30 saniye içinde tüm şirkete şanım yayılacaktı. artık burada duramazdım, hızlı adımlarla masamdan çantamı alıp çıkışa doğru yöneldim. temizlik tabelasını görmeyip yeni silinmiş yerde depar atmaya kalktım, göt üstü çakıldım. artık şirketi bırak, bu semtte bile yaşayamazdım. ağlayarak eve doğru koşmaya başladım, soluklanmak için durdum. bakkaldan bir tane çikilop aldım, çikilopumu dişlerken hamal yılmaz abiyle karşılaştım. "ne ariyin la burda gavur" dedi. "hiç" dedim. üsteledi ve durumu anlattım, onun varlığı bana kendimi iyi hissettiriyordu. eve çağırdım, yılmaz abi'yle eve doğru yürürken bana cinsellik içerikli şakalar yapıyordu.
yarrağıma "cüccük" hareketi yaptıktan sonra onu eve çağırmanın doğru bir karar olup olmadığını düşünmeye başladım. ama artık kararımdan dönemezdim, göz ucuyla yılmaz abi'yi süzmeye başladım. yaşı 40 lara dayanmasına rağmen vücudu dinçliğini korumayı başarmıştı, şakaklarında kırlaşan saçları ona ayrı bir karizma katıyordu. mercimek gibi memeleri ağız sulandıracak cinstendi. hemen bu kötü düşüncelerden sıyrılmalıydım, aklımdakilerden kurtulmak için "ee yılmaz abi çoluk çocuk nasıl" dedim. "sanane amcık" şeklinde seviyesiz bir cevap verdi, bu kadarını da kaldıramazdım! çok sinirlenmiştim! "eheheh" diye cevapladım. sanırım ne kadar sinirlendiğimi anladı ve birazcık sustu. sağdaki kahramanoğulları tekel'den 70lik votka ve cappy elma aldım. biraz kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı, eve girdik, ilk tepkisi "ooo zengin piçine bak" oldu. onu da aynı şekilde savuşturdum, içeriye buyur ettim ama önce tuvalete gitti. ben mezeleri hazırlarken bazır buzur sıçıyordu. eğer tuvalette olduğunu bilmesem savaş çıkmış ve mahalle bombalanıyor sana bilirdim. çıktı ve mutfak kapısına gelip "kol gibi, kol" dedi gevrek gevrek gülerek. yılmaz abi tam bir orospu çocuğu çıkmaya başlıyordu. içeriye geçtik, müzik setinden manga'nın bir kadın çizeceksin isimli şarkısını açtım. bu şarkı beni çok dertlendiriyordu.
votkalarımızı yudumlarken yılmaz abi "burası çok sıcak oldu" ya diyerek gömleğini çıkardı, ispirtolu kalemle yaptığını tahmin ettiğim "eşgalimsin" dövmesi ağızda kekremsi bir tat bırakıyordu. yanıma oturdu, "olm sen de çıkarsana üstünü başını hasta mısın" dedi. ona uyup pantolonumu çıkardım. altımdaki siyah taytı görünce gülmeye başladı. "soğuk oluyo ya" diye ağlamaklı sesimle savundum kendimi. ama gülmeye devam etti, gülerken gözü vücuduma kayıyordu, bıyıklarını burmaya başladığında hemen oturmam gerektiğini hissettim. o heyecanla koltuğun sivri kısmına oturmuşum, hemen zıpladım. yine gülmeye başladı. evet evet yılmaz abi tam bir orospu çocuğuydu. iyice efkarlandığım için hemen müziği grup hepsi - aşk sakızı'na ayarladım. işte bu bana iyi hissettirdi. yılmaz abi "sevgilin var mı?" dedi, "yok be abi, hacı bakir takılıyorum işte" dedim. espri yapmıştım, gülmeliydi. ama o sadece gülümsedi. bacağını sıkışıyormuş gibi bana sürtüyordu, ben oflayınca hemen çekiyordu. sonunda pes ettim, bacağıyla bacağım yapışıktı.
bacağındaki damarlardan sıcak kanının geçişini hissedebiliyordum. ve bu beni iğrendiriyordu, günde 4 paket sigara içen adamın kanını sikeyim diye geçirdim içimden. elini omzuma attı, hemen kalkıp mutfağa gitme bahanesiyle holde durum değerlendirmesi yaptım. evde yılmaz abi'yle yalnızdık, ve o beni taciz ediyordu. birşeyler yapmalıydım, durum kötüye gidiyordu, aklıma çok güzel bir fikir gelmişti, hemen mutfaktan iki diş sarmısak aldım ve yedim. ağız kokuma dayanamayıp gitmesini planlıyordum. tekrar yanına oturdum, otururken suratına hohladım. ve burun direği sikilesice yılmaz abi "ne güzel koktu öyle ne yedin" dedi. votkanın etkilerini unutmuşum. bir şey eksikti, onu daha iyi hissedebiliyordum. baktım ve gerçeği gördüm, pantolonunu da çıkarmıştı. altında ki peygamber donu ve kıllardan oluşan yün içlik beni iğrendirmeye başlamıştı. bir mucize istiyordum, tam bunları içimden geçirirken zil çaldı, hemen altıma birşeyler giyip kapıya koştum. delikten baktığımda aysun'un o güzel suratıyla karşılaştım. bıldırcın yumurtası gibi bir burnu, tavuk ibiği gibi kulak memeleri vardı aysun'un. aysun'un emilesi dudaklarını izlerken sertleştiğimi hissettim. o an tekrar zil çaldı, ve hemen kapıyı açtım. yavşakça "aa aysun sen mi geldin" deyip kendimi acındırmayı seçtim, aysun gülmemek için kendini zor tutuyordu. "kenan bey gönderdi beni, nasılsın diye kontrol etmek istedim" alamancı kenan. şerefsiz patron, şirketin yarısını siken patron. burada da karşıma çıkmıştı. ama aysun bu evden sikilmeden çıkmayacaktı, "gel konuşalım lütfen" dedim. geldi.
"ben de hamal yılmaz abi'yle dertleşiyordum" dedim. aysun içerde oturdu, dar eteğinden kalçası belli oluyordu. o kıvrımlarda dağ kahvesi bile içebilirdim. aysun geldiği için hemen bir entel müzik seçmeliydim, müzik setine azer bülbül'ün en sevdiğim kasetlerinden birini koydum. aysun'un etkilenmemesi imkansızdı artık. ben bunları yaparken aysun'la yılmaz abinin yakınlaştığını farkettim. bana yaptıklarını ona da yapıyordu yılmaz abi, votkayı ağzında tutup gargara yaparak aysun'a komiklik yaptığını görünce dizlerimin üstüne çöküp ağlamaya başladım, aysun orospusu onun bu hallerine gülüyordu. oysa benim muhteşem kelime oyunlarıma bir kez bile güldüğünü görmemiştim, aysun tam bir orospuydu! hemen aralarına oturdum ve konuşmaya başladık, konuşurken bacaklarımı aysunun bacaklarına sabitledim. yılmaz abi'nin elini sırtımda hissettiğimde ürpermeye başladım. gülümsedi, gülümsediğinde ağzında çikilop kalıntıları gördüm. ondan bir kez daha iğrendim. belediye otobüsü fortçuları gibiydik. ben aysuna, yılmaz abi bana. sonra hepsi bana olmasından korkuyordum.
yılmaz abi'yi uzaklaştırma planı kurdum. onu bakkala gönderecektim ve evde yok taklidi yapacaktık. acil ve her evin ihtiyacı olan birşey bulmalıydım, aklıma ilk olarak eti puf geldi. dakikalarca çilekli mi kakaolu mu olsun diye düşündüm. sonunda karışıkta karar kıldım. hayvanlıkta sınır tanımayıp bacağını bacağımın üstüne atmıştı bile, aldırmayıp "yılmaz abi ya evde hiç eti puf kalmamış bi alıp gelir misin" dedim. gidecekti emindim. "siktir lan rahatsız mısın" gibi sözcüklerle savuşturdu beni. orospu çocukluğunda sınır tanımadı yine. internette kadınların elbiselerinin beğenilmesinden tahrik olduğunu okumuştum, hemen karşı atağa geçtim ve aysun'u etkilemeye çalıştım. "aa ne güzel olmuş tavuk kakası gibi rengi çok güzel olmuş ne güzel ya" dedim. benden bir anda uzaklaştı, sanırım çok etkilendiği için uzaklaştı. hayra yormayı seviyordum.
defalarca erotik hikaye okuduğum içiin olayların başlangıcını biliyordum. ben dvdye porno film koyacaktım. onu izlerken utanacaktık, sonra tahrik olmaya başlayacaktık. ve çılgınlar gibi sikişecektik. evet olay örgüsü buydu. dvd'ye en sevdiklerimden bir porno film koydum. playe basıp mutfağa gittim. ama garip giden birşeyler vardı, içerden kasap havası sesleri geliyordu. ya yılmaz abiyle aysun halay çekiyordu ya da ciddi bir sorun vardı. hemen gidip baktım, gerizekalı kuzenim tüm eksik zeka örneğini gösterip kuşlu köpekli pornonun üstüne halamgillerin düğününü çekmişti. artık aysun'u sikme gibi bir şansım olduğuna inanmıyordum.
"ehehehe" izleriz, eğlence olur yalanı ve sahte bir gülümsemeyle ortalarına oturdum. aysun yanımda oturup dalmış düğün izlerken sağa doğru kıvrılıp bacağına fort yapmak istedim. götüm kalktığı anda yılmaz abi kumandayı bana zorladı. anında oturdum yerime tekrar, yılmaz abi savaş istiyordu! anasını bile sikerdim.
ev benimdi. yılmaz piçi deplasmandaydı, ben de kendi sahamın avantajlarını kullancaktım. hemen gidip şartelleri indirdim, böylece havada memeleri dairesel şekiller çizen akrabalarımı izlemeyi bırakmıştı aysun. içerde yılmaz abi'yle loş ortamda yalnız kalmıştı. hemen aysun diye seslendim, efendim murat dedi. onun murat diyen ağzına defalarca boşalmak istiyordum, sikimi onun dudaklarının üzerinde gezinirken hayal ediyordum. babannemgil geliyodu sonra aklıma, hemen üzülüp ağlamaya başlıyordum. "ya yılmaz abi'nin karısı aradı eve bekliyormuş, ben utandım söyleyemedim sen söylesen ya" diyerek bütün piçliğimi kullandım. aysun'da biraz ık mık etti, onun ık mık edişine karşı götüyle amı yer değiştirene kadar sikmek istedim. ama "ya hadi aysun yalvarırım..." diyerek geçiştirdim. aysun içeri doğru ilerledi, onun götü izlerken insanların geleceği hakkında derin düşüncelere daldım. eğer ben sikemezsem onu başka bir pislik erkek bedeni sikecekti. onu dizine yatıracaktı, bir masal anlatacaktı, ve bir daha sikecekti. böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemediğimi düşündüm. gerçi biyolojik olarak bu imkansızdı ama yine de düşündüm. entel olmak istedim, bıldırcın yumurtalarıyla sabote edilmiş çocukluğumu unutmak istedim. ekmeğe çemen sürüp yediğim, ekmek arası helvayla geçiştirdiğim kahvaltılarımı unutmak istedim. aslında şu an entel sayılırdım. kahvemi yudumlarken yusuf atılgan okuyor ve onun anlam derinliğiyle dolu cümlelerinde kendimi buluyordum. lakin sokağa çıktığımda bakkala "naber götoş" demekten kendimi alamıyordum. bu şehri tam kalbinden vurup gitmek istiyordum. ama onu da bülent ortaçgil yapmıştı. özgünlük de önemli diye düşünüyordum.
aysun içeri gitti ve yılmaz abi'ye "yılmaz abi karın aramış eve gelmen gerekliymiş, sonra görüşürüz olmaz mı" dedi. sevinçten kendimi sikecektim. yılmaz abi konuşmaya başladı "benim karım memlekette ama? murat?"
infilak etmek istiyordum, aşırı utanmıştım. utancımı belli edip özür dilemek için yılmaz abi'ye "eheh şaka yaptım yarram" dedim. sanırım bu özür yerine geçerdi, aysun'la yılmaz abi'nin bağları git gide sıkılaşıyordu. kaancan'ı çağırmayı düşündüm. kaancan, 18 yaşında, internetle fazlasıyla haşır neşir bir arkadaşımdı. " www.incisozluk.org a gelsene yha kanks benim orda nik coder" demişti bir keresinde bana. önemsememiştim. annesi ve onu çağırdım, annesi süheyla hanım diri memeleri ve dolgun götüyle göz dolduruyordu. ona karşı niyeti bozmaya ezelden beri meyilliydim zaten.
kaancan ve annesi içeri oturdu. annesini sikmek istiyordum, kaancan'ın cinsel tercihini belirleyememiştim henüz. boş zamanlarında ablasının jartiyerlerini giydiğini ve aynada kendini izlediğini söylemişti. "ahah siktir lan ver bi sigara da deve sikelim" deyip önemsememiştim. şimdi aklıma düşmüş, ve bir umut ışığı yaratmıştı kaancan. yılmaz abi'yle el şakaları yapıyor, ve mutlu eşekler gibi sırıtıyordu. üzerindeki tişörtü çıkarmıştı. parlak göğsü ona seksapel katıyordu, kaancan'ın her türlü gideri vardı. bu yılmaz abi'nin de gözünden kaçmamıştı. o yalanası göğüslerini, damacana alabilecek kapasitedeki anarşist götünü yılmaz abi de farketmişti. aysun'u bırakıp ona yanaştı. hemen aysun'un yanına koştum. koşarken sendeledim ve koltuğa doğru düştüm, gözümü açtığımda yılmaz abinin taşakları görüyordum. o iğrenç taşak kokusuna karşın taşaklarına 3 ay önce tavık yumurtası kırdığını düşündüm. koku beni paralize ettiği için kalkmakta zorlandım, aysun ve süheyla gülüyor. kaancan ise hırıltılar çıkararak kumandayı götüne sürtüyordu.
evde birileri birilerini sikecekti ve benim götü kaptırmaya niyetim yoktu.
yılmaz abi'nin taşaklardan kurtulduğumda aysun ve süheyla'yı önemsemeyip "senin toynağını sikerim ulan" diye bağırdım. olası bir kavga için vazodaki süs meyvesi olan muzu elime almıştım. kavga çıktığında muzu ona doğru savurup kasıklarına cimcik atmaktı amacım. ortaokulda öğrendiğim ısınma hareketlerini oynarken yılmaz abi bana kafa attı. gözümü açtığımda aysun başımda dikiliyordu, kaancan la yılmaz abi öpüşüyor. süheyla ise demin akrobatik hareketler yaptığım muzu dişlemeye çalışıp-evet süheyla oğlu gibi malın tekiydi- başaramayınca o tatlı amcığına sürtmeye başlamıştı. aysun yanımda olduğu için kalkarken onu kendime çektim, dudaklarını öpmeye başladım. aysun'a guiza'nın direğe sarıldığı gibi sarılıyordum, ona sarıldığımda portakal büyüklüğündeki memeleri göğsüme değiyor ve orada ufak ufak ter birikintileri oluşmaya başlıyordu. yüzsüz pezevenk yılmaz abi o terleri yalayıp "susamışım amnike" gibi sulu bir yanıt verdi. orospu çocukluğunun kotasının olmadığını bir kez daha anladım o an.
akşam vakti olmuştu, hava kararmış ve sokak lambasının loş ışığı odadaki abaza bedenleri aydınlatıyordu. miki mauslu perdelerim yüzünden duvarda miki maus silüetleri çıkıyordu. o kulakları ve siyah burnu yalnız ve abaza gecelerimde deliler gibi yaladığımı hatırlayıp bir hüzün kapladı içimi. ama artık o günler geride kalmıştı, aysun bizdeydi. ve mesai saati çoktan bitmişti ama gitmemişti. demek ki o da istiyordu. zaten bana 13 kez gülümsemiş, bir kez de muratcım demişti. kesin verecekti!
yılmaz abi ter birikintilerini içtiğinde hevesim kaçmıştı, ben ki kadrolu abaza murat. o şapırtıya karşın yumuşamış ve hırpaniliğimden eser kalmamıştı. "amına kodumun evladı yalak mı orası? senin ağzına pislerim!" diye bağırdım. sinirden titriyordum, ama onlar gülmeye başladı. sanırım küfrün sonlarına doğru bozmuştum. olsun, sinirim geçene kadar sövecektim. yılmaz abi "sıs la kavın götlü" dedi. "peki abi" deyip tepkimi koydum. zaten tepkilerim hep yerinde olmuştur, çevrem beni bu yüzden benimser, sever ve sayar.
müzik setindeki hareketli azer bülbül şarkısı bitmişti, hemen kaancan'ın da sevdiği duygusal şarkılardan birini koymalıydım. onu ağlatarak safdışı edecek ve süheylayla aysun'u beraber sikecektim. boys anılar albümünü müzik setine yerleştirdim. daha ilk notada kaancan titreyerek ağlamaya başladı, bu çocuk müzikten anlıyordu. aysun'dan soğuduğum için hemen yan odaya geçip hürriyet'in arka sayfa güzellerine bakıp boşaldım. sonra kanıt kalmasın diye gazeteyi yedim. içeriye gittiğimde meraklı bakışlar üzerimde geziniyordu, başlarda umursamadım ama sonra gizlice yatakodasına süzülüp ayna karşısına geçtim. boynumdan kasıklarıma kadar beyaz bir şerit geçiyordu. katmerli attırmıştım, ama sorun o değildi. şerit tam çenemde bitiyordu ve bu dölümden daddığım gibi saçma sapan bir düşünceye itebilirdi onları.
aslında tatmıştım, yumurta akıyla kekik karışımı bir tadı vardı. başlarda sevmesemde iki diş sarımsak ezip karıştırınca gayet güzel bir tad veriyordu. facebook status'umde bu yararlı tavsiyemi yayınladığımda 5 arkadaşım kalınca bu alışkanlıktan vazgeçmiştim. arkadaş her zaman daha önemliydi.
yılmaz abi ile kaancan el kızartmaca oynuyordu, bense aysunun demin giydiği terliklere dilimi sokuyordum. terliğin içinden soğan parçası çıkınca yanlışlıkla yılmaz abi'nin terliğini dillediğimi anladım. amın feryadı anasının amından soğan cücüğü olarak çıkmıştı sanırım.
akşam yemeği yemediğim için soğanı vitaminini almak için önce emip sonra afiyetle yedim. aslında yılmaz abi'nin de gideri vardı, alıcı gözle bakmayı denedim ona. nasırlı elleri, ümraniye çöplüğüyle kıyaslanabilecek pislikteki bedeni onun için dezavantaj olsa da; narin bir yüreği vardı. onu dizime yatırıp masallar anlatmak istiyordum, ama ona açılamıyordum. benim ona açılmamı engelleyen evcil acılarım vardı. hem mahalle? eş dost? onlara ne diyecektim? "böyle olduğuna bakmayın aslında kadın o bakın memesi var" demeyi düşündüm. düşündüğüm an dedemin belindeki silahı çekiş ritüeli geldi gözümün önüne, vazgeçtim. başka yollar olmalıydı, bulacaktım! istanbul sadece yalın'dan büyüktü, benden değil.
kaancan'da iyi bir tercihti. hit alan bir sitesi, saygı gören bir kişiliği vardı. kötü yanları da yok değildi ama. kaancan annesinden gizli gizli sanal bebek oynayan bir am mantarının tekiydi. "olm sanal bebek mi kaldı göbel" dediğimde, "ya güzel ama baksana nasıl bişey ya çok güzel ya" gibi seviyesiz, yabış yabış cevaplar veriyordu. olsun, evlendiğimizde onun o narin havasını içinden çekerek alır, taşralı yılmaz'ı yüklerdim.
süheyla, kaynanam mı olacaktı? anne dediğim kadını düşünüp 3+1 posta mı atacaktım? ağzıma sıçsa "zorla biraz kalmıştır bişeyler" diyeceğim kadın hakkında kötü düşüncelere mi dalacaktım? bu bir riskti. enseste amcaoğlumu siktiğimden beri karşıydım. çünkü amcamlar intikam olarak biricik tavuğum kamuş'u sikmişti. kamuş'un sikilmiş hali gözümün önünden hiç gitmiyordu, 3 ay alien yumurtladı hayvan. emmi tarafım iyi sikiciydi maşallah.
aysun, aysun'u bırakıp kaancan ya da yılmaz abi'ye mi bakacaktım? hayallerimin kadını aysun. bana muratcım demişti. evet daha önce de "muratcım" diyen olmuştu bana. 3310'uma kendi sesimle "muratcım" diyerek kaydediyor, geceleri yorganaltında otuzbir çekerken deliler gibi tekrara alıyordum o kayıdı. ama bu başkaydı, birebir canlı ve memeleri olan bir varlık bana "muratcım" demişti.
bu anlamsız karmaşayla beyin kıvrımlarım paralize olmuşken kasetçalar'dan çelik "dum ka ka ka ka dum ka ka ka ka" diyerek beni ağlatmaya çalışıyordu!
çeliğin duygulu şarkısının ritmine uyarak göğüslerimi salladım. çok şekerlerdi kahretsin! içeriye gittim ve aysun'un yanına süzüldüm, soğan kokusunu almış olacak ki "ne yedin sen yha" gibi seviyesiz bir serzenişte bulundu. onun bu serzenişine karşın elmacık kemiklerini sike sike beyin loblarının içine sokmak istedim, sonra bu cani ve haşin düşüncemden vazgeçtim. onun sikilecek daha güzel yerleri vardı, mesela burun delikleri.
aysun'dan yüz bulamayınca süheyla'nın yanına gittim, onu etkilemek için ayak parmaklarımı ayak parmaklarına doladım "ah anasını siktin ayağımın" diye bir feryat koptu. sanırım etkilenmişti, e üstün karizmamdan dolayı farklı bir tepki beklemiyordum zaten. daha çok üstüne gittim, sonra farkettim ki başlardaki gibi sert değildi ayak parmakları. serbest bıraktığımda jöle gibi olmuş ayak parmaklarıyla karşılaştım, süheyla bayılmıştı. bayılmasından faydalanıp jöle kıvamındaki parmaklarına ufaktan dil atmayı denedim, yabış yabıştı. tat vermiyordu. çay kaşığıyla sıyırıp peçeteye sardım, sonra cebime koydum. gece lazım olabilirdi.
aysun'dan siktir yemiş, süheyla'yı da bayıltmıştım. yavaş yavaş yılmaz abi'ye doğru gidiyordum. ama sırada kaancan vardı, istemeye istemeye ona yanaştım. taytımı koltukaltıma kadar çektim. böylelikle taytın ipi sağ taşşağımı ve sol taşşağımı mükemmel bir biçimde ayırıyordu. bu güzel taşşaklar kendiliğinden oluşmuş olabilirler miydi? bilemezdim, bilinmezdi. kaancan'ın kulağına yanaşıp uzun hava okumaya başladım. erkekler türk halk müziği'nden hoşlanır diye okumuştum internette. gözlerimi kapatıp iyice moda girdim. merdivana senin, her demet benim; fütursuzca bağırıyordum. alnımın sol tarafında bir sıcaklık hissettim. elimi götürdüğümde bir ıslaklık geldi. gözlerimi açtım, kaancan kafama çelik'in ateşteyim kasediyle vurmuştu. orospu çocuğu! o kasedi seviyordum. gözlerim karardı, son hatırladığım süheyla'nın sağlam olan ayağına doğru düştüğümdü.
rüyaya dalmıştım. rüyamda bir yanımda farid farjad kemanını esrik bir şekilde ağlatmakta, diğer yanımda muhsin namcu o buğulu sesiyle doğu ezgileri sunmaktaydı. bir nutellamla uludağ limonatam eksikti. aslında enteldim, rüyalarımda bile enteldim. biraz yürüdükten sonra o köhne, dipsiz bilinçaltımın oyunlarından birini yaşadım. metin ışık dombilisi "lay lay lom galiba sana göre sevmeler" diyerek daldı rüyamın içine. gitmişti farid farjad, muhsin namcu. oracıkta yatırıp siktim metin ışık'ı. sikerken bıyıklarını dişlerimle çekiyordum. cebinden pavyon sandalyesi bacağı çıkartıp aniden götüme soktu,
kan ter içinde uyandım.
uyandığımda gördüğüm sahneyi hatırladığımda halen narin gözbebeklerimden gözyaşları süzülür. aysun'la kaancan sevişiyor. hamal yılmaz abi'yse süheyla'nın jöle parmaklarını yalıyordu. tahrik oldum ve süheyla'nın ense kıllarını emmeye başladım. bir an dalmışım, kendime geldiğimde süheyla'nın ensesi kıpkırmızıydı ve kulaklarına kadar tek bir kıl bile yoktu. vidanjör gibi adamdım. beşimiz de birbirimize geçmiştik, birbirimizin aşil tendonlarını emiyorduk...
ARKADAŞLAR YAZIYA DEĞİL SMURF ÜN ESPRİSİNE GÜLDÜM YAZIYI OKUMAYIN