hapishane anılarımı anlatıyorum

Yıl Bin dokuz yüzsek seksen ,Haziran Ondokuz’du...
Geceyarısı saat sıfır bir otuz,evimden polislerce alınıp, kucağımda Bir buçuk yaşındaki kızımla birlikte nezarethaneye sokulup,akabinde Yirmi beş ay dört gün evimden uzak, tutuklu kalacağım süreç başlamıştı.

Tutuklu kaldığım Antalya Kapalı Cezaevi,tam bir rezalet yaşıyor,tüm koğuşlarda bir yatağa neredeyse yatak başına ikiden fazla kişi düşüyordu, balık istifiydik.Hapishanenin daracık bir avlusu vardı,avlunun ortasındaki kavak ağacı Tülü’nün Kavağı olarak bilinir(Bazılarına göre Sinan’nın Kavağı’dır-ÇINAR ) Benim bildiğim doğru olmalı, çünkü Tülü amcam ve dedem ,birlikte yattığı sıralarda, o kavağın dikiminden söz etmişti sağlığında dedem. Söz sırası geldi mi ’Ben daha yataklarımı almadım, damda duruyor! ’ derdi.Gerçi iki tane kavak ağacı vardı; biri Tülü’nün(amcamın) biri de Sinan’ın Kavağı olabilir...

İşte hapishane, o daracık yerde, toplumun hemen her kesimden,her türden suçları işlemiş insanların bir arada volta attıkları sevimsiz bir mekândı...Kızcılar, cinayet işleyenler, soyguncular, hırsızlar,esrarcılar, kalpazanlar,anarşistler,nurcular,sübyancılar, trafik suçluları,tetikçiler; ne aklınıza gelirse en az bir numunesi vardı muhakkak..

Koğuş kapıları akşam olunca üstümüze kapandı mı, ertesi sabah sayıma kadar açılmazdı.Sırayla havalandırmaya çıkardı koğuşlar, zaman zamanda hepsini birden salarlardı aynı avluya.İnsanları, tipleri, bakışları, volta atmasını ,racon kesmesini, zula yapıp saklamasını; çok şey öğrendim kısa zamanda.File örmeyi, kibrit çöpünden süs eşyası üretmeyi, boncuk örmeyi, itiraz dilekçesi yazmayı, kararları temyiz etmeyi...

Bir şeyler yapmalıydı.Hapishanede banyo yapacak sıcak su yok,herkes tüpünde kaynatıyor, banyosunu yapıyor, ya da elektrikten kaçak faydalanarak tenekeden ıstıcılar yapıyorduk.Havasızlıktan herkesin ciğerleri sabaha kadar balgam topluyor, volta vururken ,avlunun ortasındaki şadırvanın etrafındaki kanalın içi yemyeşil balgam doluyordu.
Kısa zamanda ortama intibak edip, insanlarla dostluğumu geliştirdim.Sofra diye tabir edilen gruplar vardı.Her sofranın bir başkanı vardı.Herkesin erzağı görüş gününde ziyaretçileri tarafından getirilirdi.Bu havasız ortamda gayrı sıhhi koşullarda kaç kişi kimbilir hasta konumdaydı.Hapishanenin bir doktoru vardı gerçi;Dr.İbrahim Saldıran , iyi bir doktordu,ancak ruh hekimi idi.

Herkesin lehine yaşam koşullarını düzeltmek için eyleme geçmek gerekliydi, ne yapmalı; teori ve pratik burada devreye girecekti.Demokratik haklarımızdan, ortak çıkarlarımızdan yola çıkarak, daha insanca yaşanabilir koşulları sağlamak zorundaydık.Buna , ’ Hayır! ’ diyemezdi hiç kimse.Gerçi aramızda ispiyoncu değimiz kişiler de vardı ama, onlar bile sonuçta ’Kader Kurbanı (!)’ idiler.Öncelikli sorunlarımız nelerdi?

1)Yıllardır bacası tüten bir hamam vardı ve ne zaman yakılsa su ısıtmak için, herkes dumanaltı oluyor, yıkanamıyorduk, tüple su ısıtıyorduk veya elektriği kaçak kullanarak tenekeden uyduruk su ısıtıcıları yapıyorduk, aynı yöntemle çay demliyorduk.

2)Aramızda tüberküloz hastaları vardı.Bizimle bir arada yatan kalkıp gezip dolaşan çay kahve içen.Kaç kişiye aynı hastalık bulaştı belirsizdi.Derhal röntgen taraması gerekliydi.

3)Hapishane koğuşları çok kirli, badanasız, leş gibiydi, fareler ortalıklarda cirit atıyor, koğuşlarda saklanan erzaklara musallat oluyorlardı.

4)Görüş saatleri kısıtlıydı ve bayram günlerinde daha uzun ziyaret sağlanabilmeliydi.

5)Hapishane kantininde kısıtlı satılan yiyecek içecekler çeşitlendirilmeliydi.

6)Bütün bunlar bizim demokratik hak ve özgürlüklerimizdi; özgürlük bulunmayan bir ortamda.

Hemen bir MAHKÛMLAR KOMİTESİ oluşturdum.Ağır mahkûm İmam Yılmazer’i(İDAM MAHKÛMU) bu komite başkanlığına üyelerin oybirliğiyle tayin ettik.Ölmüş eşek kurttan mı korkar, hesabı, ağır mahkûmların sözü her zaman fazla geçerdi.Üyelerin her biri sofra diye tabir edilen grup liderleriydi.Kendiliğinden mevcut bir yapılanma idi.Bir nevi kabile reisi gibiydiler.
Alınacak ortak kararlar geniş bir tabana yayılınca hapishane yönetimi hayır diyemiyecekti.
Yoksa isyan çıkmasından endişe edilirdi hep.Sık sık çıkan isyanlarda da pisi pisine bibirine düşen mahkûmlar, birbirlerini öldürür, döver, bıçakla yaralardı yoksa.O nedenle sükûnetin temini herkes için hayati derecede önem arzediyordu.

Mahkûmlar komitesi ilk adımını attı.Taleplerimiz sıraladık hapishane yönetimine.
Kerim amca adındaki mahkûm evinden alet ve edavatlarını getirterek bizzat tamir işini üstlendi.Kısa zamanda tüten(dumanı basan) hamam bacası uzatılıp yükseltilince tütmez oldu (!)Sıcak suyla rahat rahat banyo yaptık, kurnalardan şırıl şırıl sular akıttık.Tüm mahkûmların duasını aldık.

Herkes genel sağlık taramasından geçirildi.Yeni tüberkülozlu iki hasta daha tesbit edildi.Tedavi için başka hapishaneye alındılar.

Koğuşlarımızı boya ve badana yaptırdık , yıllanmış mikroplar temizlendi birazcık.Derken komite artık her işte mahkûmların istemlerini yönetime ileten, bir yarı resmi (!) organ haline geldi.
O zamanın Cezaevi Savcısı C.M. bayram ziyaretlerinde ’Nerede bizim Karaoğlan ? ’ diye beni onure etti ve idare ile olan diyaloglarda, kendisinin durumdan son derece memnun olduğunu, cezaevini ’ Altın Çağı ’ ını yaşadığını dile getirdiler.

Neticeye gelelim.Örgütsüz halk köledir.Demokratik kazanımlar ve ortak çıkarlar doğrutusunda her eylem,her girişim, başarılı olma şansına sahiptir.Yapılacak önderliğin bu bağlamda doğru olması her halk hareketinin başarıya ulaşması açısından önemlidir.

Cezaevleri, toplumun ,adeta ulusun bir minyatür ölçekte değerlendirme platformudur.
Oradaki kurallar, toplumun tümü için uygulanabilir özellikler arzeder.Sorunları kavramak için cezaevlerinden yola çıkarsak, bütün ulusu doğru tahlil edebileceğimiz kanısındayım.Minyatür ölçekteki bu yapılanma içinde sorunlar sanki bir iğne gibi çok net bir biçimde göze batmaktadır.
Yoksa serbest yaşamın sınırları çok geniş olduğu için, sorunların değerlendirilmesinde daha büyük zorluklarla karşılaşılacağı bir gerçektir.Yaşam cezaevlerinde de sürüyor ve en acımasız koşullar altında, grevlerle, isyanlarla, türkülerle,ağıtlarla,tütün ile, sevda ile sürüyor.

Ben bu tutukluluk gerekçesi siyasi nitelikli davanın sonucunda,önce Üç yıl Altı ay hapis cezasına hüküm giydim, temyiz sonrası Askeri Yargıtay’ca aklandım,ama geride çok önemli anılar kaldı.Bir geniş zamanda dönmek mümkün olur mu, şu anda bilemiyorum...

Şimdi o hapishane yıkıldı, avludaki kavak ağaçları kesildi
yerine çok katlı bir otopark yapıldı, anılar yalnızca belleklerde yaşıyor...
Kent merkezine uzak bir yerde E tipi yeni bir modern cezaevi yaptılar; ne derler modern de olsa adı batsın ’Hapishaneye hiç girmeyen eşek, çıkıp da tekrar gelen eşşoğluşek ! ’ sözü hâlâ kulaklarımda...

Dayan dizlerim dayan...

özet : okuma aptal orospu çocuğu

? dinle oç anlatıyorum 15.12.2012 18:22 - 15.12.2012 18:22 0

okudum

? kesersapigibi 15.12.2012 18:23 0

entry nick uyumuna hayran kaldım kardeş

? zabri 15.12.2012 18:24 0

anılarımı amlarım diye okudum...amlarım seni çok seviyorum tatlım bu arada

? cemil 15.12.2012 20:41 0