@hadibeyler: çok geçmiş olsun canım. umarım eşin en kısa sürede yaptığı hatayı farkedip sana sımsıkı bağlanır ve o çocuk doğurduktan sonra ki kilo almış götünü un ufak eder.
bazen sadece "hikaye" olarak kalmayan hikayelerdir. ısimler değiştirilmiştir.
tatildeyim. yazlıkta. arkadaşım aradı "akşam üzeri bize gel mangal yapalım" diye. "rakıyı alıp geliyorum"dedim.
mangal dediğiniz zaman benim için zaman durur. kıpır kıpır olurum heyecandan, akşam biran önce olsun diye. saat 17.00 gibi "lan" dedim "gideyim artık. akşam üzeri birası yapar öyle yakarız mangalı".
atladım arabaya 4-5 km uzakta yazlığı olan arkadaşıma gittim. baktım bizim diğer elemanlar da gelmiş. başladı hemen erkek muhabbeti "ooo yarraaamm napıyon ya" "vay koduuum nerdesin sen" "lan amcık niye hiç aramıyorsun" falan derken biraları açtık evin bahçesine yayıldık. bu arada ev denize sıfır diye tabir edebileceğimiz bir ev. hemen duvarının dibinden kumsal başlıyor. her iki yanında da yine evler var. bahçelerinde erik ve elma ağaçları olan.
biraları içip geyik yaparken bizim tayfun başladı mangalla uğraşmaya. bira şişesini aldım dikmiştim ki gözüm kumsalda siyah bikinili bir mature'a takıldı.şişeyi hızla indirip "hassiktirrr bu kim lan?" dedim. hepsi döndüler benim baktığım tarafa.
tayfun- lan özlem yok mu bizim?
ben- hangi özlem lan?
tayfun- lan oğlum aynı sınıftaydık ya ortaokulda 3 sene amk yaa.
ben- haaaa eeee?
tayfun- onun annesi işte. yandaki evde kalıyorlar.
ben- hassiktirrrr. lan bu nasıl anne :) (ağzımdan salyalar akarak)
tayfun- senin annen de o kadar spor yapsa öyle olur amk dedi.
"anamı karıştırma oç" diyerek tekrar sahile çevirdim kafamı. "vay amına koyayım ya, özlem'in annesi bu mu lan? kızından güzel ve taş arkadaş yaaa".
gerçekten de öyleydi. siyah bikini. resmen biz burdayız diyen memeler. sıkı bir kalça. hipnotize olmuş gibi bakıyordum. ben böyle izlerken atladı suya. deli gibi yüzmeye başladı. her sabah ve akşam böyle yüzüyormuş. yaşını hesaplamaya çalıştım. 50'ye yakın olması lazımdı. ama böyle bir vücut... offf... hayatımı siktin o anda özlem'in annesi. hayatımı siktin...
çocuklarla muhabbete devam ediyorduk ama ben sürekli kadını izliyordum. bu arada özlem'le ortaokulda 3 yıl aynı sınıftaydık. lisede ben başka okula gittim. sonra o üniversiteyi yarım bıraktı, sonra başka bölüme girdi falan. şimdi de bir turizm firmasında çalışıyor. annesini illa görmüş olmam lazım önceden ama arkadaş artık o zamanki bakış açımdan mıdır nedir kadını zerre kadar hatırlamıyorum. kafamda "özlemin annesi" diye bir şekil var ama o şekille şu anda gördüğümün alakası yok.
kadın kumsalda biraz güneşlendikten sonra mor renkli peştemal gibi birşeyi sardı üzerine eve doğru gelmeye başladı. kendi evlerine girmesi için bizim mangal yaktığımız bahçenin dibinden geçmesi lazım. tam dibimize geldi "afiyet olsuuun" dedi gülümseyerek. başta ben olmak üzere hepimiz "sağoluuuuun" dedik. tayfun "sağolun hocam" dedi. meğer kadın öğretmenmiş. yanımızdan geçti. evinin bahçesine girdi. ayaklarını bahçedeki hortumla yıkayıp eve girdi. girdi ama bende mangala ve ortama ne ilgi bıraktı ne de istek. resmen evi gözlemeye başladım, bahçeye çıksa diye.
tayfun'a sordum "özlem buralarda mı" diye. burdaymış ama geçen hafta gitmiş. bazen hafta sonları geliyormuş sevgilisiyle. eleman fotoğrafçıymış. paso sahilde güneş yakalamalı foto çekiyormuş. bitmediniz amına koduklarım dedim. biradan bi fırt daha aldım.
mangalı yaktık. rakıya geçtik. balıklar yendi, rakılar içildi, geyik yapıldı ama ben "özlemin annesi"ni düşünmekten ne muhabbete konsantre olabildim ne de sofraya.-ki rakı sofrasına sadakat gostermeyen, ortamdan kopan adamla da asla içmem. sevmem içmeyi. o sofraya oturulduysa ilgi sofrada ve muhabbette olacak. (aydın boysan mode off)
bir yandan muhabbete katılmaya çalışıyorum bir yandan da facebook'tan özlem'in hesabına bakıp acaba annesinin de hesabı var mı diye aranıyorum. resmen ırz düşmanı oldum. ortaokul arkadaşımın benden belki de 20 yaş büyük anasına halleniyorum. bir yandan da çocuklara çaktırmamaya çalışıyorum bu kadar ilgilendiğimi. ama sonunda dayanamadım tayfun'a sordum;
ben- ee özlem'in babası falan gelmiyor mu?
tayfun- onlar boşandılar 2 sene önce. mesut amca çeşmealtı'nda yaşıyor.
sevinçten sofradaki üzümleri alıp götüme sokasım geldi resmen. dilimin kökü uyuştu. özlem'in annesi dul. kocası yok. voiii voiii voiii (cihangir'de bir ev).
yemin ederim sevinç kapladı bünyemi. hah dedim şimdi muhabbete iyice ortak olabilirim. ulan duyan da sanacak ki kadın gel beni becer dedi. ama öyle değil işte. ihtimaller denizinde yüzmeye başladım diye düşünmeye başladım en azından. ırz düşmanından genç pompacıya evrilmiş miydim? zaman gösterecekti.
gece o şekilde tayfun'ların evinde bitti. sabaha kadar içip sonra orda uyuduk. saat 11 gibi uyandım. eve dönüp ankara'dan gelecek olan kuzenim ve nişanlısını karşılamam gerekiyordu. evin bahçe kapısından çıktım. denizden gelen özlem'in annesiyle karşı karşıya kaldım. artık nasıl bir coşku ve istekle baktıysam kadın suratıma "bişey mi var canım" der gibi gülümseyerek baktı. mal gibi "deniz güzel mi?" diyebildim sadece. amına koyayım yazlık yer yaşlısı mıyım ben? nasıl soru bu. merhaba nasılsınız desem bile daha iyiydi. deniz güzel mi? hee güzel. git gir amınam salağı. allahımmmm. böyle mallıklarım oluyor bazen. -ki normalde çok rahat bir adam olmama rağmen. "dünkü gibi değil ama idare eder" dedi. "dün çok mu güzeldi?" diye ikinci bir soru sordum :( allah'ım bana yardım et. bu sarmaldan kurtulayım. çünkü sonu gelmeyecek bu muhabbetin. diye düşünürken tayfun seslendi :
"sevinç teyze günaydın. kopuk'la tanışıyor musunuz? özlem'le aynı sınıftaydık üçümüz ortaokulda."
sevinç- aaa öyle mi? çok memnun oldum. nasılsın kopuk? şimdi nerdesin ne yapıyorsun?
ben- iyiyim, istanbul'dayım ben. falan işi yapıyorum sevinç hanım. (teyze der miyim ulan!!!) siz nasılsınız?
şeklinde benim belki de yolumu açacak olan muhabbetin başlangıcını yapmış olduk. mutlu oldum. sanki kadınla birlikte olmuşum gibi rahatladım. bir şekilde de olsa artık bir "aaa naber ya" ortamı oluşmuştu.
eve döndüm kuzenimi ve nişanlısını garajdan aldım.ama aklımda sürekli özlem'in annesi. yani sevinç. facebook'tan da buldum. ancak hiçbir gönderisi fotosu görünmüyor. lan dedim nasıl olsa tanıştık artık. gönder arkadaşlık isteğini. bir insan acaba kabul etmiş mi diye 5 dakikada bir bakar mı telefona? bakar. baktım. sabah kalkıyorum anında telefon elimde. yok yok yok. kabul etmiyor lan kadın resmen. misafirlerim var. olmasa tayfun'lara kamp kurucam sırf o'na yakın olmak için.
aradan 1 haftadan fazla zaman geçti. ben yazlıktan çıktım, istanbul'a döndüm. ilk günlerdeki heyecanım beni facebook'ta eklememesi nedeniyle umutsuzluğa dönüştü.
aradan birkaç gün geçti. ofisten çıktım eve geldim. takım elbisenin ceketini çıkarıp koltuğa attım. ben de uzandım. mal mal tavana bakıyorum. acaba bira açsam mı bir tane diye düşünürken telefonum çaldı. baktım tayfun. telefonu açmamla "ahahahahahah yaa sen ne kadar piç bi adamsın ya ahahahaha" diye kahkaha patlattı. "la noluyoo" dememe kalmadan "oğlum sevinç teyzeyi eklemişsin ya facebooktan ahahahaha" diye devam etti.
hassiktir. kabul etmiş diye bir heyecan yaptım. "kapa lan kapa işim var" deyip kapattım telefonu. açtım bi baktım seviiinnçççççç. o sırada alt kattaki malatyalıların oğlan yeşil modifiye şahin'iyle yanaştı apartmanın önüne. o yazın meşhur şarkısı eşliğinde "bas gaza yavrum basa gazaaaa"
bu arada malatyalılar demişken. enteresan aile vesselam. kaç kişi yaşıyorlar hala bilmiyorum. evin oğlu var mustafa. ablaları ne kadar güzelse mustafa da bir o kadar kudretten yanık. allah ablalarına vermiş mustafa'ya kalmamış. şişe gibi bir kafa. vücudun üst kısmından daha kısa olan bir bacak boyu. kıvırcık saçlar. düşük kaşlar. siktir git mustafa ya allahını seversen. yazarken bile canımı sıktın. ayrıca o yeşil şahinine sokayım senin. bir de sürekli giydiğin o parlak takım elbiseye....
sevinç eklemişti beni nihayet. hemen girdim profilini incelemeye başladım. bizim sevinç tam bir anarşik çıkmıştı yahu. sürekli sendikalarla ilgili paylaşımlar, hükümet aleyhinde yazılar, hak hukuk özgürlük söylemleri. ayrıca bu tarz söylemleri anarşistlik olarak görmemden ne kadar mal bir insan olduğumu da anladığınızı umuyorum. yok lan gayet iyiydi profili. en azından diğer yaşıtları gibi birisinin doğum gününü kutlamak istediğinde kendi duvarına yazmıyordu doğum günü tebrik mesajını. gidip doğum günü olanın duvarına yazıyordu. sevincim benim.
fotoğraflarını ezberledim resmen. allah'ım ben ne yapıyorum. ortaokul arkadaşımın annesine takmıştım kafayı....
@cavci: eee devamı nerde bunun? şifreli kanal gibisin ha sen de :)
devamı için anasının amına üye olun..
dogustan isitme engelli cocugun sordugu soru:
- gunes dogup batarken ses cikariyor mu ?
bir devlet üniversitesinin ücra bir ilçedeki meslek yüksekokulunda ingilizce okutmanıyım. öğrenci profilini de tahmin edersiniz işte, lisede neredeyse hiçbir şey öğrenmeden sınavsız geçişle gelen koca bir sınıftan ne kadar beklentiniz olabilirse benim de o kadar var. tabii böyle facia insan profillerinin içinde anlattıklarınızı biraz da olsa anlayan ve dahası üstüne koymak için çaba sarfeden çalışkan bir öğrenci görünce dikkatinizi çekiyor ister istemez.
benim de büro yönetimi ve yönetici asistanlığı sınıfında böyle bir öğrencim vardı. adı hüseyin. derse gelir bir köşede sessizce oturur, notlarını düzenli alır, boş zamanlarında okulun oradaki tüm gençlerin uğrak noktası olan kafede ders çalışır, sınavlarda da çok güzel kağıtlar verir. bir de arada bir beni odamda ziyaret eder, saygıda asla kusur etmez. dört dörtlük bir öğrenci anlayacağınız. ama bir kusuru var, kekemelik. kusur da değil aslında ama diğerleri kadar kendini rahat ifade edemediği için zaman içerisinde içinde muhtemelen bir özgüvensizlik oluşmuş. bu da hal ve tavırlarına yansıyor, içine kapanık, bir iki arkadaşı dışında pek kimseyle takılmayan bir çocuk.
neyse bu kadar ön bilgiden sonra asıl hikayeye geçeyim. dönem sonuna doğru anlatacağım bir iki konu kalmıştı. bir önceki haftadan öğrencilere (daha önce aynı vukuatı işledikleri için) "bakın haftaya kesin geliyorsunuz, yoksa konunuz eksik kalacak sınavda zorlanırsınız" diye uyarımı yaptım. tabii bu aklıevveller "biz topluca gelmezsek hoca da dersi yapamaz" diye düşündükleri için gelmemişler derse. ama o kafede 8-10 tanesini bir arada gördüm ben o günün içinde. "herhalde gelirler" diye sınıfa gittim ki hüseyin'den başka kimse yok. nasıl sinirim bozuldu anlatamam. o na da muhtemelen gitmemesi yolunda tembihte bulunmuşlardı, ama o kalkıp gelmiş yine de. çocukta okuma sevdası var. neyse ben sesimi çıkarmadım, hüseyin dışında hepsini yok yazdım (imza yerine ben kendim yoklama alıyorum).
sınav günü geldi çattı, bu kendini akıllı sananlara yaptıklarının yanlış olduğunu anlatıp sınavda ebenize atlıcam mesajı verdim. tabii bunlar benim kendilerini kafede görmediğimi sanıp ispiyoncu diye hüseyin'i suçladılar. ama bunu yapanların profili daha çok canımı sıkıyor. aklı fikri makyajda olan, süslenmekten başka bir şey bilmeyen, hoca gelmese de dersten kaçsak diye bekleyen, dönem sonu hocaya yalvarıp not koparma peşinde olan, bir boka yaramayan zerzavatlar.
asla yanlış anlaşılmasın, ben onları myo öğrencisi diye küçümsemiyorum. işinin boyutu ne olursa olsun onu en iyi şekilde yapmaya çalışan her insana saygı duyarım. benim için işini iyi yapan bir temizlikçi, işini yapamayan bir bakandan daha değerlidir. aslında hayatta hizmet denince aklımıza gelen ölçü de bu olmalıdır. işte hüseyin'i de bunun için seviyordum, belki bir boğaziçi ya da odtü öğrencisi değildi ama o okulda elinden gelenin en iyisini yapıp diğer öğrencilerin 2.00 ortalamayı yakalayamadığı bir yerde 3.80 ortalama getiriyordu dönem sonunda. ama o gerizekalı boya küpleri, o babasının verdiği parayı sırf "ortam" yapmak için çarçur edip okulu düşe kalka bitiren güzel vücutlu boş suratlılar, sırf hüseyin doğruyu yapıp derse geldi diye onu azarlamayı kendilerinde hak görüyordu. aslında onun derse gelmesi de değildi buna sebep olan, o çocuğun kekemeliğinden ötürü kendini iyi anlatamadığı için zamanla içine düştüğü özgüvensizlik kuyusuna iyice itmek için bir tekme de onlar vuruyordu. eğer hoca olarak utanmasam orada o iki kızı saçından tutup yerlerde sürüklerdim. bu kadar küstah bir hareket gördüğümü uzun zamandır hatırlamıyorum. hem suçlu hem güçlü dedikleri bu olsa gerek.
işte o gün bir detay daha içimi burktu hayatta.
okudunuz di mi sonuna kadar aptallar. suraya iki dakka gulmeye geliyoruz actiginiz basliklara bakin. sictirtmayin melankolinize de draminiza da. konuyu kilitleyelim admin.
@lee loo: okudum yazıyı yazan epey malmış sırf myo 'lu diye dışlamak lazım öyle tipleri
mesela yumutkan 2 yıllık müdavimi bir geri zekalı onu da dışlamalıyız
alkolik deyip geçilmemesi gerekenler insanlar. uyuşturucu bağımlılığı bile solda sıfır kalır. çok içmek ile alkolik olmak arasında büyük fark var. çünkü alkolik insanların bastırdığı duygular büyük nefrete dönüşüyor. zamanla algısı sadece nagatif çalışıyor. ayık olsa bile. istediğiniz kadar konuşun yardımcı olmaya çalışın ama asla kabul ettiremezsiniz yaptıklarını. ve gerçekten de hatırlamazlar. çünkü alkol bünyeye girdiği zaman ister bir bardak ister galonla karakter değişimi başlar. psikolojik sıkıntısı büyüktür. aslında psikolojik tedaviyle kolayca atlatılabilecek bir durumdur ancak alkolik bir insana bu durumu anlatabilmek, kabul ettirmek imkansıza yakındır. çünkü kendi dünyasını yaratmıştır. kendisine saygısı yoktur kendisini sevmez sorun da buradadır. kendisi kabul etmedikten sonra kimse kabul ettiremez. etrafındaki en iyi kişileri bile düşmanı beller. aklını yitirir çünkü. kendisini sevemeyen bir insan karşısındaki evladı da olsa canı ciğeri de olsa görmez. kendisine hiçbir şeyi hak görmez. yapılan iyilikleri yaklaşımları elinin tersiyle itmesi bundandır. siz ona istediğiniz kadar övgü yükleyin kurtarmaya çalışın ama o kendisine inanmaz. sahte bir ego duvarı koyar önüne. kendini çok iyi satar. şöyleyim böyleyim diye. ama içten içe kendisini hiç sevmez. bu şekilde de kimseyi sevmez. zevk alamaz hiçbir şeyden. alkole abanması da bundandır. sevdikleri şeyler sözdedir sadece. hiçbir şey içinden gelmez. ama çevresini kalabalık tutar bir şekilde. her defasında da o çevreye söver. kabullenmez kimseyi. kendini kabul etmediği gibi. hatalarını söyleseniz de farketmez o zaten biliyor ama saklıyordur. herkesten çok kendine acımasızdır zaten. alkol de cezasıdır. kendini kötü olarak gördüğünden alkole saklanır. alkolik damgası yemek gerçekten kötü olmaktan daha kolaydır çünkü. içinde barındırdığı kötülüğü yansıtmak için kullanır alkolü. defalarca ben kötüyüm demek için. insanlar onu tanıyıp kötü bileceğine bile bile kötülük yapar ki hakettiğini bulsun. alkolle dışarı vurdukları aslında iç dünyalarıdır. alkol de maskeleridir. psikolijik tedavi gerektirir. ancak bu insanlar bunu da kabul etmez. yalanlarla o kadar dolmuştur ki kendi benliğini unutalı çok olmuştur. doğruyu yanlışı da. ama kendisine içten içe dürüsttür. en iyi kendi bilir çünkü içinde bitmek bilmeyen nefret tohumlarını. kendine sövdüğü onca itirafları. kendi düşüncelerinin çirkinliklerini bir tek o bilir. kimseyi incitmekten korkmaz. çünkü zaten haketmediğine inanır. sevdiği kişilere de zalimdir o yüzden. haketmediğini düşündüğü sevgiyi gördükçe daha da agresifleşir. ama yalnız da kalamazlar. kafasındaki düşüncelerle yalnız kalamazlar. kalsalar zaten hepsinin sonu aynı olur. yaşamayı bile hak görmezler ama inadına yaşarlar inadına nefret kusarlar. inadına güzel şeyleri bozarlar. çünkü bunu hakettiğine inanır. kendi düşüncelerini dünyanın en kötü düşünceleri olarak görür o yüzden her şeyi hakeder ama haketmez de. içki sığınaktır. bahanedir. kendi haketmediklerini düşündükleri hayatı yaşarken etrafını da buna sürüklemeye çalışır. o kötüdür çünkü o hiçbir şeyi haketmez. onunla birlikte olan da kötüdür. yoksa niye onunla olsun ki. iyi biri niye onunla olsun ki. evladı da olsa eşi de sevgilisi arkadaşı. sonuçta herkes kötüdür ona göre. paranoyaklık asla geçmez. yapılan her iyiliğin altında fesatlık kötü bir düşünce görür. başkaları başarılıysa iyiyse sakladığı bir şey vardır ona göre. çünkü kendisi en iyi bilir sakladığı şeyleri. başarılı olanlar da kötüdür, birbirini sevenler de. iyiliğe güzelliğe ait olan her şey kötüdür. doğa dışında. çünkü doğada her şey kendiliğinden güzeldir. doğadaki yaşayan diğer canlılar bitkiler suçsuzdur ona göre. zararsızdırlar. onları suçlayabilecek bir durumu yoktur. o yüzden doğaya ve hayvanlara karşı aşırı tutkundurlar. çünkü o insandır diğerleri başka tür. kendini ve kendi türünü sevemez ama doğaya karşı sevgi doludur. çünkü doğada onu olduğu gibi kabul etmeyecek bir şey yoktur. ya da yaptıkları ve düşünceleri için yargılayacak değillerdir. alkolik insanların sorunu kendileridir. kendilerini affedemezler. size anlattıkları itiraf ettiklerinin yanında çok ama çok fazlası çok daha derini vardır. çözemeyeceğine inanır ve ölüme kadar götürür onları. kendi düşüncelerinin mahkumu olur. ama bilmez ki tüm insanların kötü düşünceleri ve kötü niyetleri vardır. kendilerini affetmeyi bilmezler. affetmedikçe de beterin beterini yaparlar. nasıl olsa kimse onu yeterince sevmeyecek ve düşünmeyecektir. nasıl olsa kimseye yetmeyecektir. duygusal anlamda çok ağır darbeler alırlar. duygusal açıdan o kadar hassastırlar ki aslında hiçbir şeyi atlatamazlar. geçmiş onlar için her zaman taşıyacakları yüktür. cinayet işlemişcesine her yaptığı olumsuzlukta kafasında kendini mahkum eder. suçluluğu ve hissi hiç geçmez. karşısındaki insanlar kötülük yapsa bile affeder yine görüşür. iyi kötü ayrımı yoktur. çünkü her şey kötüdür. oysa ki kendi kendine yapar bunu. kendini o kadar çok öldürmüştür ki içten içe yaşasa bile zevk alamaz yaşayamaz olmuştur. kendinde hak görmediği için sevmeyi de bilmez sevemez de. çünkü asıl o kendini sevmez ve bunu kendinde hak görmez.
leş gibi bir barda, ama leş gibi bir barda, eski bir arkadaşımla karşılaştım. tek başıma içiyor, tek başıma müzik dinliyor ve hayatta hiçbir şey ummuyordum. mutlu değildim ama mutsuz da değildim. aklımda kimse yoktu ve kimseye de yer yoktu. öylesineydim hayatta o zamanlar. öylesine içiyor, öylesine yiyor, öylesine uyuyordum.
bahsettiğim arkadaş yanıma gelip oturduğunda konuşmak zorunda kaldım. konuşmak istemiyordum ama eski bir arkadaşla karşılaşınca konuşmak gerekiyordu. asla karşılaşmasak, asla konuşmasak daha iyiydi zira ben tek başıma çok iyiydim. ama işte, leş gibi bir barda tek başına içerken karşına çıktıklarında, kendilerini senin için bir hediyeymişçesine görüyordu eski arkadaşlar. pek bir önemi yoktu kimin ne düşündüğünün ama kimin ne düşündüğünün doğrultusunda yaşarsan daha az tartışıyor, daha az yoruluyordun.
bir kaç saat içtik, bir kaç saat konuştuk. sonra bana birisinden bahsetmeye başlattı:
"takıldığın şu orospu vardı ya..."
takıldığım ve tüm arkadaşlarımın biz ayrıldıktan sonra "orospu" dediği tek bir kız vardı. 5 yıl öncesinde kalmıştı ama itiraf edeyim, o tarihe kadar hayatta sevdiğim tek kızdı. orospuluk göreceliydi ve orospu dedikleri o kız benim için dünyadaki en değerli şeydi.
"eee?" dedim vereceği cevabı bilerek...
"geçen gece bir barda karşılaştık. çok sarhoştu" dedi dudağında pis bir gülümsemeyle.
yıllar sonra ondan haber alıyordum. oysa daha bir kaç saat öncesine kadar kimse yoktu aklımda. kimsesiz içerken çok mutluydum. şimdi o vardı tekrar. yıllar öncesinden çıkagelmişti. tüm deliliğimle çıkagelmişti. orospu? kim ne derse desin, o benim için prensesti.
delicesine atarken kalbim, "o nasıldı?" diye sordum.
"daracıktı abi" dedi arkadaş, "daracık!"
gülümsemek istedim, gülümseyemedim. ayağa kalkıp ağzını burnunu kırmak istedim, kıramadım. bir şeyler demek istedim, diyemedim. kalakaldım sadece.
"ben işeyip geleceğim" dedim sonunda...
leş gibi bir barın tuvaletinde, leş gibi bir adamdım. orospu?! hadi oradan... kim ne derse desin, o benim prensesimdi.
o gece, o tuvalette, oturup ağladım.
@cavci: abi bunlar okunmaz da, sen uyurken üstüne işiyon mu? alkoliklerin böyle bir sorunu var bildiğim kadarıyla. bazen bana da güzel mal geldiğinde işeyip işemediğimden emin olamıyorum. fena kafa yapayor