dd- Kendinizi tanıtabilirmisiniz?
İbocu Dönüşüm Hareketi, Basın Sözcüsü- İDH Basın Sözcülüğünden başka bir sıfatım olsaydı hay, hay.
dd- Devrimci kamuoyu varlığınızdan, size yönelik TKP/ML'nin şiddet tutumuna karşı yaptığınız açıklamayla haberdar oldu. Nereden çıkageldiniz böyle birden bire?
İDH- Tarihin akışı içinden, gelişmenin kaçınılmaz merhalelerinin bugünkü basamağında; çıkışımızı koşullayan uygun bir zamanda çıkageldik. Yani keyfiyetten, özel bir tercih kullanmaktan değil tabi ki!
dd — “İbocu Dönüşüm Hareketi” ola¬rak tanımladınız kendinizi. Sizi buraya kadar getiren süreci kısaca aktarabilirmisiniz?
İDH-Bizim siyasal yaşamımızı da içe¬ren tarihi bir sürecin geLişme seyrinde farklılaştıran iç mücadelelerin nedenlerini olmasa bile “kaynaşma noktası” nın bir adım ötesini tarif ederek cevap verebiliriz. Aksi taktirde bu soru bir röportajın taşıyacağı cevabı aşar. Ibocu Dö¬nüşüm Hareketinin kolektif iradesinin ilk et¬kinliğinde, materyalist tarih anlayışına tutarlı bir bağlılık içinde olma kararlılığıyla gelişmeyi, onun öznesi unsurların bu tavır oluşturma sürecindeki durumlarını olduğu biçimde ve yaşananları yaşandıkları biçimiyle ortaya koymayı da içeren bir değerlendirmesi zaten vardır. O değerlendirmeyi olduğu gibi aktarabilirim.
dd-Kuşkusuz değerlendirmeniz önemlidir. Onu da isteyeceğiz ancak önce İbocu Dönüşüm Hareketi’ni bir oluşum noktasına getiren sürecin bir özetini yapabilirseniz...
İDH- Olur. tabi. İbocu Dönüşüm Hareketi’nin bilişenlerini oluşturan yoldaşlarımızın TKP/ML saflarındaki iç mücadele süreçleri, her birinin örgütsel kademedeki yeri, siyasal ideolojik seviyesi, TKP/ML önderliğinin ve alan önderliklerinin iradesi ve tarzıyla çelişmeye düştükleri sorunların niteliği ve iç mücadele süreçlerinde tükettikleri zamanın miktarı vb. özellikleriyle kendine özgünlük taşısa da. ortak nokta; TKP/ML’nin tarihsel ideolojik ve siyasal niteliğine, TKP/ML'nin içinden ve özellikle de önderliğinden kaynaklı bir yabancılaşmanın gerçekleştiğidir. Bunun ideolojik siyasal görüntüsü, 'somut şartların somut tahlilli’ ilkesinin terk edilmesi ve paralel olarak düşünce dünyasında dogmatizmin ve öznelciliğin egemenliği, iiretimsizlik ve tekrarcılık; örgütsel olarak da hayat belirtisi gösteren her kademedeki ve özellikle emekçi sınıf kökenli devrimcilere yönelik kapsamlı bir tasfiyeciliğin sürdürülmüş olmasıdır. Kuşkusuz bu değerlendirmenin muhatabı olan TKP/ML birden bire bu noktaya gelmediği gibi, bizimle ilgili olduğu içinde bu değerlendirme, “tepkiselleştirilmiş” veya '‘kişiselleştirilmiş bir yaklaşım” olarak ele alınamaz. TKP/ML'nin tarihi incelenmesi kapsamında bu değerlendirmenin detaylarını zamanla siz de kamuoyu da öğreneceksiniz. Bunu şimdilik burada bırakalım.
Bizi TKP/ML'den “kopuşa götüren” gelişmenin belirgin başlangıcı “8.konferansın sonrasıdır. Henüz konferansın yapıldığından bilgi sahibi değilken özellikle (...) ilinde, çe-
Dolayısıyla “içerde mücadele esaslığf genel bir doğru olsa da biz, bir hukuka göre 'haklan' olan bir iç olma durumunda olmadığımızdan “için’' çeperinde “içi” devrimcileştir me mücadelesini sürdürenler olarak “ic"in hukukunun sadece görevden alma, kademe düşürme ve atılmaya maruz kaldık. Yani “içerden” itiraz edecek tek bir parmağımız yokken ve o parmaklardan bazılarını etkilemek üzere duyurmaya azmeden her eleştiri ve öneriden sonra “iç”in çeper bağının, en son sınırına götürülürken."içerde kalma ısrarı” bu özgülde. koparılmış parmakların tır- naklaşmasmı beklemekle aynı sebat ! gösterisidir!
çeşitli alanlardaki faaliyetçilerden, eleştirel tutuma sahip yoldaşların görevlerinden alınma süreciyle tanımlanabilir. Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Ve size daha şaşırtıcı olan başka bir şey daha söyleyeceğim. Ki bu hareketimizi Türkiye devrimci hareketinde ve TKP/ML'nin tarihindeki “ayrılma', "atma”, “kopma” vb olgularından hiç birine bezememesi anlamındaki karakteristiğidir. TKP. ML’den kopmaya zorlandığımız süreçten İDH olarak tanımlandığımız irade oluşturma sürecine kadarki aşamada TKP/ıML ile ilişkili olanlarımızın ilişki düzeyi, İs olan bir yoldaşımız hariç, çoğumuz sempatizan düzeyende örgütlü olan ve bazılarımızda TKP/ML'nin sessiz sedasız kenara ittiği ama ısrarla ilişkiyi zorlayan ve bu tasfiyeciliğin amacını anlamaya çalışan devrimcilerdik. İşte bu özelliği nedeniyle hareketimiz gerçekten tasfi- vecilik, statükoculuk ve klikçiliğe karşı mücadelede olgunlaşan bir direniş ve minimum iktidar sahiplerinin “sosyal çoplük"e dönüştürmeyi hedeflediği bir taban hareketidir. Bu gerçeğin devrimci kamuoyu tarafından bilinmesindeki yarar şudur: biz. parti içi mücadeleyi "iki çizgi mücadelesi” tanımlamasıyla oluşan doğal ve kaçınılamaz bir süreç olarak görenlerdeniz. Parti içindeki her tür ideolojik mücadelenin coşkuyla ele alınması ve bu nitelikteki her mücadelenin partinin ideolojik eğitimine adanması bizim bilinen yaklaşımımızdır. Zira bu mücadeleler partiyi politik olarak geliştiren, birleştiren ve yoldaşlık kavramına içerik aşılayan bir dinamo işlevi görmektedir. Ki çabamızın bu yönde olduğunun çokça kanıtı varken, bunların yazılı örnekleri de TKP/ML'nin arşivlerindedir. Ama ne var ki, adı üzerinde bu bir mücadeledir. Bu da iki taraf ve didişme demektir. Didişmeden bilim adına kitlelerin, partinin birliğinin ve eğitilmesi yararına bir sonuç çıkabilmesi için, didişen tarafların her birinin didişmenin yasalarına uygun sürdürülmesini garanti edecek bir hukuku işletilmesi gerekir. İşte tam burada da bir sorun var. Bizim özgülümüzde bu hukuk sadece parti ve "partili" olanların yararlandığı hukuk olmuştur. biz TKPAML'nin kendi tarihsel ortaya çıkış amacına uygun bir mücadele aracı olarak yaşaması isteği temelinde davranırken, bu sıfatı taşıyan bir kişiye dahi sahip olmadığımızdan. bu durum bizim “partiye” ulaşmamızı imkânsız kıldığı gibi, minimum iktidar sahiplerinin bizim eleştirel üretimimize karşı takındığı tutum da hep konum alma, saf dışına çıkmaya zorlama ve saflardan atma ile cevaplandı. Dolayısıyla "içerde mücadele esaslığı” genel bir doğru olsa da biz, bir hukuka göre hakları olan bir iç olma durumunda olmadığımızdan “için" çeperinde “içi” devrimcileşıirme mücadelesini sürdürenler olarak “iç"in hukukunun sadece görevden alma, kademe düşürme ve atılmaya maruz kaldık. Yani “içerden” itiraz edecek cek bir parmağımız yokken ve o parmaklardan bazılarını etkilemek üzere duyurmaya azmeden her eleştiri ve öneriden sonra “iç"in çeper bağının, en son sınırına götürülürken, "içerde kalma ısrarı” bu özgülde, koparılmış parmakların tırnaklaşmasını beklemekle aynı sebat gösterisidir!
dd- Kopan parmaklardan tırnak beklemek, öylemi?
İDH- Öyle
dd- İmkânsız olduğunu mu söylüyorsunuz?
İDH- Hayır. “İmkânsızlık” göreceli bir şeydir. İnsanlık ailesinin bugünkü evresinde yaşamı, doğayı ve evreni tanımlamakta kullandığı tüm sözcük ve kavramların verdiği anlamın bugünkü 'bilme' sının ile ilişkili olduğu gibi. Bu, biz ve TKP/ML ilişkisi için söylediğimiz bir şeydir. Teknoloji ve mâliyenin başına proletarya geçtiğinde gelişmenin yıl yıl belki de gün gün kendini inkarı tattığında, insanlığın özgürlüğün kanatlarına yüklenmiş büyük ailesinin yaşadığı heyecanın düzeyini bile bugünkü insanın düşlemesi mümkün değilken, kopan uzvun yerine aynı nitelikte yenisinin monte edilemeyeceğini iddia etmek bize düşmez. Bu betimlemeyle bugünkü akla hitap ediyoruz. Hiçbir irade ve kararlılık gösterisi “ne pahasına olursa olsun" gibi bir yaklaşımla kararlı kılınamaz. Böyle bir irade!’ bilime bağlı olanların değil, efendiye ait olan kulların düşünce evrenine ait bir takıntıdır.
dd-Sorumu geri aldım.
İDH- Ama cevap verilmiş oldu.
dd- Açık tavır alış süreciniz...
İDH- Gereksiz görevden almalar olunca zaten yıllardır tasfiyeciliğe karşı bir tutum içinde olan ve birbirlerini tanıyan yoldaşlardan, alan sorumluları 18 mayıs 2007'de bir toplantı yaparak önderliği ikaz etme, olup bitenlerden haberli olup olamadığını anlamak amacıyla bir bildirge taslağı hazırlandı. Taslak henüz son halini almadan ellerine geçince meseleyi yüz yüze konuşmayı benimsedik. Ancak öylesine şaşırtıcı bir sıradanlık gösterildi ki daha ikinci gün ıabana(çapsız hizbi tasfiye ettik, herşeyi itiraf ettiler) gibi sistemin sorgu odalarında duymaya alıştığımız bir üslupla ‘bertaraf edildiğimiz söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Mesaj açıktı: sizi dinlemek de. sizinle yürümekte istemiyoruz...
dd- Sizde ayrılık ilan ettiniz...
İDH- Aklınıza ilk gelen şey gibi bir hareket tarzımız olsaydı, bugünkü tartışma yıllar öncesinde olup bitmişti herhalde. Tabiî ki tav- nmızda ısrar ettik. Bu kez daha kapsamlı bir metin hazırlandı. “Parti” örgütünün resmi ideolojik, siyasal, örgütsel yaşamında doğru gitmeyen şeylerin ne olduğunu tanımlayan deklarasyon metnini önderliğe iletme kararma vardık; isteklerimizi ve yöntime ilişkin tutumumuzu da aynı deklarasyonda ortaya koyduk. İstiyorsanız “başlangıç” olan Deklarasyonun bu sonuç bölümüyle belge düzeyinde bir aktarım yapabiliriz.
dd- Olur, dinliyorum.
İDH- Şöyle:
“Sonuç olarak;
7. Konferansta sağ oportünist sapma biçiminde ortaya çıkan hat, 8. konferansla birlikte çizgileşmiştir. Ana başlıklar altında belirttiğimiz sorunların tarihi bir sürecinin de olduğu bilincini taşımakla birlikte 7. ve 8. konferans önderliklerinin sorunlara yaklaşım tarzının, onları çözen değil, özellikle sürece yayılması ve tümörleşmesinde tasarımsal bir yaklaşıma sahip olduğunu gizlenemeyecek bir durum olarak olgunlaşması, partimizin anlayış ilke ve hukukunun dejenerasyonunda belirleyici olmuştur.
Parti yaşamında ortaya çıkan bu durum, partimizin faaliyetçileri ile kitleler arasında, partimizin militanlan ile önderlik arasında yabancılaşmaya neden olmuştur. Belirleyici düzeyde önderliğin sorumlu olduğu bu yabancılaşmayı “giderme çabası” gösteren ve önderlik tarafından yetkilendirilen yoldaşlar ise sorunu anlayış temelinde; ideolojik-siyasi-örgütsel zeminde ele alarak bir gelişme sağlamak yerine, ya kişilere takılma ya da parçalarla uğraşma üzerinden “çözme” gibi, çözümsüzlüğü besleme yöntemini uygulamaktadırlar.
İşleyişimizin gereği olan parti organ ve komitelerinin tüm eleştiri, öneri ve düşüncelerini aşağıdan yukarıya engelsiz iletmesi mekanizmasının, 8. konferans belgelerinden de öğreniyoruz ki; parti üyesi sıfatı taşıyanların hiçbir parti sorununa ilgi göstermedikleri ve ama faaliyetin eli ayağı, ses ve teri olan parti altı örgütlülüğün ısrarla partiyi politikleşmeye, önderliği aşağılardan haberdar etmeye ve adı sanı tanımlanan sorunların, önderliğin müdahalesini beklediğini çığlıklayan çağrılarına ve çabalarına kör ve sağır duruşu 8. konferansta da de- vam ettirilmiştir.
Parti gelinen tarihsel-sosyal olguya yabancılığı tanımlayan bu gerçeklik bile, ideolo- jik-politik-örgütsel hatta MLM bilimini içselleştirmiş ve bunu pratikle kanıtlayabilen bir parti aygıtını yaratmayı aciliyet haline getirmiştir. Biz bu acil sorunu çözmenin en somut önermesini şöyle formüle ediyoruz:
1. Bu deklarasyonun iradesini temsil eden ve önderliğin yetkisini taşıyan makul sayıdaki kişilerden oluşan bir komisyonun oluşturulması ve tanımlanacak sorunları çözme iradesiyle ele alması.
2. Partimizin örgütlenmedeki amacına ve anlayışına aykırı olan İ.Ü Komitesinin lav edilerek kuruluşundan bu güne aldığı bütün kararların hukuki sonuçlarıyla birlikte geçersiz kılınması,
3 Bu deklarasyonun altında imzası bulunan. alan, komite ve yoldaşların bu noktaya gelene kadarki süreçlerinde her şeye rağmen partide ısrar ederek sorunları iki çizgi zemini üzerinde kavramalarından ileri gelen sebatlarının en son kertesi olan bu dip dalgayı parti içi bir refleks olarak, "hizip” tanımlamasıyla suçlamak tutumuna girmekten vazgeçilmeli, biçim değil öz irdelenmelidir,
4. Önderliğin partiye ve mücadeleye verdiği zararı görerek, bu tavrımıza karşılık partiyi bize karşı bir mülk zemini derekesinde savunma ve bazı yoldaşları bu tutuma karşı lümpen, tehdittvari refleksler göstermelerini şartlayan tutumlar almasından imtina ettirmesi, parti ve partinin çelişkilere yaklaşım anlayışı ve tarzına kara calici ve partiyi onun olmayan anlayışlarla ‘savunucu", ve partiyle ilkeli bütünleşme ısrarımızı boşa çıkarıcı, kinci yaklaşımları. koşulsuz terk ederek partinin değerleri olduğumuz ve partimizin bizim değerimiz olduğundan hiçbir irade ve etkinin bizi kuşkuya düşüremeyeceği gerçeğinin bilinerek bugüne kadarki tasfiyeci yaklaşıma örgütsel meselelerde icra edilen, haksız, hukuksuz kararlar, yöneltilen ithamlarla parti ve kamuoyunun aldatılmasına varan uygulamalar nedeniyle özeleştiri yapılarak bunun partiyle paylaşılması,
Bu yaklaşım ve beklentilerimiz hakkın- daki tasarrufun en geç bir ay içinde sonucunu almak istediğimizin altını çizen bizler, bu tutumumuzun Maoizmin genel içeriği içinde algılanmasını ve hiçbir önyargıya itibar edilemeden parti amacında bir sıçrama olarak pratikleşmesini bekliyor devrimci selamlarımızı iletiyoruz.
19.06.2007
dd- İlk maddede bahsettiğiniz sorunlar, komüsyon ve çözüm yetkisi neydi?
İDH- Bahsi yapılan ... ili ve alanlarıyla sınırlı meseleleri çözme yetkisi ve Partinin ide- olojik-politik-örgütsel vs sorunlarım tartışacak bir zeminin yaratılması amacı taşımaktaydı.
dd- “...taban hareketi, alttan gelen direniştir” dediniz. Peki,böyle bir hareketi bir birliğe dönüştürmek zor olmadı mı? Bu süreci nasıl tanımlıyorsunuz?
İDH-Sorunun 'zor olma' kısmına ilişkin iki şey söylenebilir. İlki insanın emeğim gerektiren her tür çalışma ve hedefin bir zorluğu içerdiğidir. Başka bir ifadeyle bu dünyada zor olmayan hiçbir şey yoktur. Ama İkincisi de bu zorluğun aşılabilirliğine dair Maoist bilinç ve kararlılıktır. Sentezi de şudun'hiçbir şey zor değildir bu dünyada; dorukları fethetme cesaretin varsa'...
dd-Etkileyici.
İDH- “gerçekçi” demeyi yeğlerdim.... Bu hareketin kendini nasıl tanımladığına gelince, isterseniz onu hareketimizin kendi iradesinin sonucu olan dokümandan aktaralım. Şöyle diyor:
“Sürecin Değerlendirilmesi
Bileşenimiz, bugüne kadarki siyasal faaliyetlerini TKP/ML içinde sürdüren ve siyasi ideolojik kişiliği bu örgüt saflarındaki sınıf mücadelesi sürecinde şekillenmiş olan devrimcilerden oluşmaktadır. Bu bileşenin bu haliyle bir araya gelmiş olması önceden planlanmış bir çalışmanın sonucu değildir. Bileşen TKP/ML saflarındaki faaliyetleri sürecinde komite faaliyetleri ve kimi görevlendirmeler nedeniyle gerçekleşen ortak faaliyetler içinde birbirlerini siyasal ideolojik örgütsel meselelerdeki düşünce ve tutumları üzerinden kavrayan yoldaşların, yaşanan tasfiye sürecinde gösterdikleri direnç zemini üzerindekiyakınlaşmanın ürünüdür. Başka bir ifadeyle, bu faaliyetlerimiz boyunca TKP/ML'nin kuruluş amacı ve tarihsel misyonuna bağlılığını sürdürdüğünden ve iç yaşamında varlığının ve devamlılığının şartı olarak savunduğu iki-çizgi müca- delesi'ni bilince eriştirdiğinden, TKP/ML'nin niteliğine yabancılaşan ve TKP/ML'nin hukuksal önderliği sıfatını taşımış olmalarından başka bir önderlik niteliği olmayan kliğin, çeşitli biçimlerde ve değişik zamanlarda tasfiye etmeye çalıştığı ve bu tasfiyeciliğe karşı tavır alıp bu örgütle ilişkinin koparılmasının zorunluluğu bilincinden hareketle sınıf mücadelesi kararlılığını sürdüren devrimcilerin birliğidir.
Marksizm-Leninizm-Maoizm’i rehber alan: Siyasal olarak. Kaypakkaya yoldaşın “program taslağı” niteliğindeki görüşleri ve bu görüşlerin ihtiva ettiği, Demokratik Halk Devrimi, sosyalizm ve komünizm hedefine doğaı yürüyüş rotasını temel kabul edenler olarak diğer yandan; Kaypakkaya’nın; ortaya koyduğu koşullarda ülkenin iktisadi, siyasi ve tarihsel ger- çekliliğim tahlil ve tespitte ve çözüm önermelerinde ML olan görüşlerinin bir doğma haline getirilerek bilimsel özden ve uygulama alanından uzaklaştırılmış olmasına kaışı mücadelede de siyasi ideolojik kimliğimizi buluyoruz. Özetle, bu çelişme üzerinden TKP/ML saflarında iç mücadeleyi sürdüren bizlerin bu çabası partinin iç sorunlarının çözülmesine, ideolojik-teorik- politik seviyesinin yükseltilmesine kanalize edilmek yerine, tasfiye edilmemiz ve örgüt dışına atılmamızla “çözüldü”! Çabalarımızın bu şekilde bastırılması ve bazılarımızın örgüt dışına atılmamızla ortaya çıkan bu durumdan tasfiye- ciliğin başarılmasına hizmet edecek dağılmaya razı olmak yerine tasfiyeciliğin bu rezil ve aciz versiyonunu mahkûm eden bir yönelimle yeni bir zeminde mücadeleyi sürdürme kararına hayat vererek tarih bilincimize, sınıfsal kimliğimize ve şimdiye dek bu inanç ve amaç uğruna yaşamlarını veren yoldaşlarımızın bıraktıkları mirasa ve ortaya çıkan hesaba bağlılık temelinde bir tutumu benimsedik Bu amaç etrafından hayat bulmuş olan bileşenimiz, Kaypakkaya’nın ve eserinin komünist niteliğini, ortaya çıktığı koşullardan başlayarak yeniden ayakları üzerine doğrultmak ve bu eseri ideolojik- politik örgütsel bakımdan somut şartların somut tahlili ilkesi doğrultusunda uygulamaya sokmak üzere coşkulu bir düşünce birliği temelinde yeni ve tarihsel bir irade olarak ortaya çıkmıştır.”
dd- Düne kadar içinde olduğunuz bir yapıyken, bugün “yeni ve tarihsel bir irade olarak” ortaya çıkmak; TKP/ML'nin de bu yeni zeminde bir değerlendirilmesini gerektirmez mi?
İDH- Getirmiştir zaten. Böyle olması, eşyanın tabiatı gereğidir. Hareketimiz kendisini değerlendirirken üzerinden yürüyüp geldi zemini unutkanlıktan gelemezdi herhalde. Ne var ki bu değerlendirme, yapıldığı koşullarda TKP/ML'nin genel bir gözden geçirmesi üzerinden asgari bir değerlendirmedir. Bunun özellikle bilinmesi gerekir. Kolaylıkla anlaşılabilinir ki irademizin somut yaklaşımlarının bulunduğu konularda kamuoyuyla bu değerlendirmeleri paylaşmak en doğrusudur. Ancak bu değerlendirmeyi aktarmadan önce şunu da not etmenizde fayda var. Bu değerlendirmeler okuyucu açısından belki tek başlarına fazla bir şey ifade etmeyebilirler; bunun bilincindeyiz. Bu yaklaşımlardan okuyucucunun çıkarması gereken sonuç bunların hem yönelimimizi hem de yoğunluk merkezimizi ifade ettiğidir. Bu bakımdan da biz, bizden önceki hiç bir "ayrılığa” ya da kopmaya benzemiyoruz. Benzemeyeceğiz de. Zorunlu bırakıldığımız bir sonuç da olsa ayrılık, bizi buna mecbur bırakan siyasal ideolojik örgütsel özgünlüğümüzü tanımlamak, sadece tarihsel değil aynı ölçüde ahlaki bir sorundur da. Yoksa yıllardır Kaypakkaya’nın sözüne söz eklemeden hareketin ve gelişmenin yasalarından kendine pay çıkarmadan önder olduğuna ve MLM parti olduğuna kendini inandıranlarla aynı kumaştan olmadığımızı nasıl iddia edebiliriz?
dd- Yeni bir program mı?
İDH- Sadece düşünsel yoğunluğumuzdan söz edebiliriz. İlk ve temel adımımızın tamamlanması demek bu yoğunluğumuzun da sonucu demektir. Bu ilk adımımız yere tam bastığında hissedilen zeminin ne olduğunu telaffuz etmek de kolaylaşır... Sorunuzun cevabına dönersek, TKP/ML'ye ilişkin ilgili değerlendirmemiz şöyiedir:
“TKP/ML’nin genel bir değerlendirilmesi ve bileşenimizin bundan böyle bu örgütle ilişki düzeyinin tanımlanması:
Yukarıda sözü edilen yaşadığımız iç ideolojik mücadele süresince tam olarak ön göremediğimiz bu boyutlu tasfiyecilik, ideolojik mücadeledeki tespitlerimizi ve eleştirilerimizi kanıtiayan bir sonuç verse de: bir harekete dönüşürken elde bulunması gereken plandan ve onlara hayat veren teorik taslaklardan yoksun bırakıldık. Ne var ki, bu yeni durumun bizi getirdiği yeni temeldeki bileşenimiz, bu eksikliği kısa sürede gidermeye muktedirdir. Bu durumun bilincinde olan bileşenimizin, TKP/ML’ yi asgari temeldeki değerlendirmesi aşağıdaki gibi olmuştur:
TKP/ML ye temel teşkil eden ideolojik, siyasal, örgütsel görüşler sosyal ve toplumsal gelişmenin kaçınılmaz, bir ürünü olarak oıtaya çıktığı koşullarda, bilimsel bakımdan kendi zamanının en ileri seviyesidir. Yanı sıra en az bunun kadar önemli olan ise, bu teori, strateji ve ilkelere uygun ve bunlara can bedeli bir bağlılık ilişki bütünlüğünden de ortaya çıktığı gibi Kaypakkaya yoldaş nitelikli bir komünist önder, görüşleri ise, -tekrar etmek gerekirse- ortaya çıktığı koşullar bakımından ML (M) adına ideolojik- siyasal zirvedir.
Ne var ki çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkı ve ezilen bağımlı Kürt ulusunun kurtuluşlarının önünü açacak tarihsel bir hrsat olarak TKP/ML’nin programına dönüşmesi gereken bu görüşler; bunların bilimsel içeriğine uygun, somut şartların somut tahlili ışığında uygulamaya koyarak, Partiyi halkın kurtuluş mücadelesinde örgütleyici müfreze, bu görüşleri de işçi sınıfının, emekçilerin ve Kürt ulusunun özgürleşmesinde dönüştürücü bir kişiliğe ve güce eriştirmek yerine, güvenlik alıma alınıp korunması gereken “kutsal bir miras’' derekesinde sahiplenildi. Kuşkusuz bu durum, bir niyet sorunu olmaktan çok, ideolojik- siyasal (sınıfsal) bir gerçeklikti. Kaypakkaya yoldaşın öldürülmesiyle gerçekleşen yenilgi sonrası toparlanma faaliyetinde TKP/ML’yi sahiplenen kadro ve militanların, doğal olarak, Kaypakkaya yoldaşın faaliyet sürdürdüğü kırsal bölgelerden beslenmesi, bu kadro ve militanların örgütü sahiplenirken geldikleri sosyal sınıf ve tabakaların düşünce ve değerlerini örgütün sahiplenilmesinde bir silaha dönüştürmüşlerdir.
Başka bir ifadeyle köy kökenli küçük burjuva aydın kesimin TKP/ML’yi sahiplenmedeki belirleyici etkisi bir değer olarak TKP/ML ve Kay- pakkaya’nın görüşlerinin küçük mülkiyetçiliğin bağnazca savunulması derekesinde kavranmasına zemin oluşturmuştur. Bu durum, devam eden süreçlerde bu görüşlerin ortaya çıkmasına koşul olan bilimsel araştırma ve incelemenin devam ettirilmemesi ve bu görüşleri sınıf mücadelesi pratiğinde kuramsallaştıran önder yoldaşın kaybından başka, az sayıdaki kurucu kadrolardan hiç birinin örgütün inşası sürecinde (bazılarının tutsaklıklarıyla gelen sınırlılığı; önemli bir kısmının da KK adı altında daha İK’nın görüşlerini sosyal pratikle tanıştırmadan, yenilginin yarattığı güvensizliği sağ'dan ‘aşmaya’ çalışmaları...) doğrudan yer alamamış olması; bayrağı devralan ve yenilgi sonrası partiyi örgütsel bir merhaleye taşıyan kadroların hemen tümünün küçük burjuva aydın niteliği, bunlardan partinin omurgasını oluşturan köy küçük burjuva kökenlilerin, geldikleri sınıfın alışkanlık ve kültüründen beslenen bir eğilimle ‘partiyi sahiplenmek’ten "Kaypakkaya’nın sözünün üzerine söz söyletmemek” olarak anlamaları, giderek bu ağırlıklı eğilimin denetiminde partiyi kutsallaştırmıştı^ TKP/ML’nin ruhunu oluşturan görüşlerin doğrulanmasının hayatça onay arenası olan, somut şartların somut tahlili ilkesi ışığında sınıf mücadelesi pratiğinde geliştirilmesi ve Marksizm-Leninizm-Maoizmden sapma çeşitli akımlarla ideolojik mücadele sürecinin 12 Eylül faşist darbesinden sonra sür- dürülememesi ile de bütünleşen TKP/ML'nin düşünsel yaşamında proğramatik görüşler üretken her düşünsel girişimin ortaya çıkmasıyla boğulmasının eş zamanda gerçekleşmesine gerekçe yapılan zırhtan bir metine dönüştü. Bu anlayış TKP/ML'nin yaşayan ruhunu gasp etmekle kalmadı, bir kuruluş kongresiyle resmileştirilmesi gereken proğramatik görüşler, partinin demokratik sürecine sokulmadan,doğrudan program olarak kabul ettirildi. Ve bu tapınma kültürü, TKP/ML'ye tüm tarihi boyunca (ki bu tam 35 yıldır! bu süre de nerdey- se iki Çin devrimidir,) bir kongre yaptırmadan bu partiyi bu haldeyken bile MLM olduğuna inandırdı. Gerçek şu ki 35 yıldır partinin proğ- ramatik görüşlerini gözden geçirmeyi kongrenin yetkisidir, gerekçesiyle tartışma dışı tutan bir hukuksal zemin de yaratan bu korumacı anlayış, 35 yıl boyunca bir kongre yapmaya kendisini yeterli görmediği gibi konferansların seçtiği tüm önderlikleri “proğramatik görüşlere bağlılık temelinde, konferans kararları ışığında partiyi yönetir” şartıyla proğramatik görüşlere bekçilik yapmaktan daha öte bir irade özgürlüğü ve hukuksal güç vermemiştir. Anlaşılması kolaydır ki, "proğramatik göriişler"i korumakla görevlendirilen bir önderliğin, bırakalım MLM olması, devrimci olmayı başarması dahi zordur. Çünkü Marksizm-Leninizm Maoiz- min tüm özü, bir cümlede özetlenir: Somut şartların somut tahlili! Bu ilkeyi uygulamayan Marksist olamaz! Ve bu ilkeyi uygulaması hukuken yasaklanmış bir önderlik de Marksist kalamaz. Bu gerçeklik de TKP/ML'deki ayrılıkların ve kadro göçünün şifre çözümüdür. Bu öylesine yumurta-tavuk, ilişkisine sokulmuş süreçtir ki, örneğin biz 5-6 yıldır, tüm sorunlarımızın baş çelişkisinin kongre olduğunu söylerken, 7. ve 8. konferans önderlikleri ısrarla asıl sorunun önderlik sorunu olduğunu tekrar edip duruyorlar. Oysa bekçilik yapmaktan azat edilmiş bir önderlik kurumlaşması olmaksızın, önderlik sorunu da bir sorun olarak kalacak, kongre olmaksızın çözülmesi imkansız bir sorundur. öncekiler ve şimdikiler gibi bundan sonrakilerin önderlik niteliği de ideolojik siyasal yeterlilikten değil, hukuksallıktan beslenir. TKP/ML’nin tarihinde hemen tüm önderliklerin "mahkum edilmesi” bu açıdan bakıldığında doğaldır; ancak düşündürücü çelişki, hiçbir önderliğin TKP/ML’nin önderliklerini bu “ka- der”e secde ettiren neden üzerinde düşünmeye yanaşmamış olmasıdır...
Ve işte bu güne kadar, partiyi bu hukuksal zeminden, bu mülk algılayışı ve kutsal- laştırıiınışlık zincirin felsefi biçimi olan dogmatizmden kopararak, işçi sınıfı ve emekçilerin özgürleştirilmesi mücadelesinde savaştırmak isteyen irili-ufaklı, tek-tek yada grup formunu almışların temsil ettiği devrimci çizgiyle; bu düşünsel uyandırmayı “partiyi ellerine geçirmek isteyen laf cambazlarının hırsızlama manevraları” olarak anlayan, esasta köylü kökenli küçük burjuvazinin, küçük mülkiyetlerini korumakta gelişen sezi ve yeteneklerinin direnciyle oluşan parti bekçiliği, 7.ve 8. Konferansların önderlik çizgisiyle tam bir örtüşmeyi yakalayarak TKP/ML’nin bilimsel özüne, örgüt niteliği ve hukukuna rahmet okutma merhalesine taşınmıştır. İlişki hukukları klik kapalılığı olarak gerçekleşen, eleştirel her düzeydeki taraftar ve militanına çete tarzı ile giden, ezberci siyaset nedeniyle artık dedikleri de anlaşılmayan bir ahbaplar grubuna dönüşmüş olan örgütsel TKP/ML yaşamakta olduğu derin amaç ve değer eraziyonu nedeniyle, miadını doldurmuş görünüyor. Başka bir ifadeyle, örgütsel TKP/ML’nin içerden özgürleştirilmesi olanağı esasta tükenmiştir. Bu nedenle, varsa hala içeride hayatta kalan birileri, onların ideolojik-ör- gütsel özgürleştirilmesine açılacak tünel de artık, dışına çıkanlar tarafından kazılacaktır!
Bu değerlendirmemizden çıkan sonucun da gösterdiği gibi, örgütsel TKP/ML ile hiçbir ilişkimiz kalmamıştır. Tarih tarafından geldiği noktanın tartışmasız bir tanımı yapılana kadar da örgütsel TKP/ML ile olan ilişkimiz halk saflarında gördüğümüz siyasal örgütlerle ilişkimizin aynısı olacaktır; tabiî ki bizi “domuz bağı tutsağı” yapma ve köyden gelme sopayla eğit- me(!) Israrını sürdürmezlerse...”
dd- Sahi nedir bu şiddet? Bildiğimiz kadarıyla TKP/ML'nin siyasal kültüründe bunu hazmdecek teorik bir “açık” bulunmuyor. Buna rağmen bu nasıl mümkün oluyor
İDH- Mesele de burada ya. Dil başka eylem başka! Bu başkalaşım sadece şiddet kullanma noktasına gelmeyle ilgili değil. Genel bir başkalaşımdan söz ediyoruz biz. Bunu da tam olarak ya akademik bir tez, ya da Marksist bir muhasebe cevaplayabilir.
Gerçekten kötü şeyler oldu. İstedikleri zeminde bulunmamak ve bu yönelimlerine on-ları da daha ağır kirletecek başarı kazandırma' mak adına birçok genç işçi yoldaşımız, bu işsizlik ortamında işlerinden çıkmak ve evlerine bir süreliğine uğramamak yoluna gitti. Buna rağmen on un üzerinde dayak atma saldırısını engelleyemediğimiz gibi, bu hareket tarzımızı bile ellerindeki “odunum” aklıyla yorumladılar. Her şeye rağmen bu saldırılar bugüne kadar daha ağır bir noktaya gitmediyse bu bizim "korkaklığımızın” başarısıdır. Umalım ki bu “korku”muz, artık onlara da bu kirletici yönelimden vazgeçecek cesaretli bir adım attırsın. 2 Eylül 2007'de henüz bu saldırıların sayısı 4. veya 5. iken de hareketimizin bir değerlendirmesi olmuş ve kısmen devrimci yapılarla paylaşılmıştı. Onu da olduğu gibi aktarmakta fayda var. Şöyledir:
“TKP/ML’nin bize yönelik saldın ve şiddet tutumunun değerlendirilmesi:
TKP/ML’nin “savunduğu" iki çizgi mücadelesinin gereklerine, demokratik merkeziyetçiliğin ve komünist paıti olmanın gerekleri dışındaki her türlü yol ve yönteme başvurularak, bünye dışında bıraktığı ve bırakmaya zorladığı bizim, bu sınır çizgisi ve sınır-dışı haldeyken bile, parti değerleri olarak görülmemizi içeren çabamız dikkate alınmamıştır. MK’ya hitaben kaleme alınan bir deklarasyonla, (...) önerilen komisyonlarla mevcut sorunların aşılarak örgüte kan kaybettirilmemesi yönündeki ısrarımıza rağmen örgütte devrimcî faaliyet sürdürmeye tek bir olasılık dahi bırakmayan 7.ve 8. konferansların hukuksal önderlikleri devrimci faaliyetteki kararlılığımızı algılayıp tasfiyecilikte başarılı olmadığını görmüş olacak ki, uzun bir süreden beri gözle görülen çete etkilenmesi politikalarının bir tarzını da bize yöneltmiştir.
Laboratuar siyasetini anımsatan ve halk çocuklarına uygulatılarak ahlak ve ilke bozulmasını derinlere ulaştırma amacı taşıyan çeteciliğin bu sahiplerini tarihin çöplüğünde ağırlayacağından kuşkumuz yoktur. Ve daha kapıdan içeri aldığında şu soruyu soracağından da: Diyarbakır, Ulucanlar, Uşak ve nihayet 19 Ara- iık katliamlarında bir tek suçlunun burnunu kanatmayan sen, peşi sıra süren büyük ÖO di- renişinde o gıdım gıdım yaşam adama karşısında bile miskin teslimiyetini devam ettiren sen, simdi devrimcilere karşı bu istikrarlı saldırıları organize ederken enerjini hangi kaynaktan alıyorsun?
Her ne şekilde halkın evlatlarını kendi suçlarının ayyuka çıkmaması amacında kullanırlarsa kullansınlar, ister efendi kültürünün etkileşimiyle kamuya açık araçlarla bizi “parti düşmanı” ilan etsinler, isför matbuat öncesi çağların propaganda üslubuyla el altında bizi ‘çamur bulaşığı' olarak göstersinler, bu mezar önü geçiş çığlıklarının hiçbiri, özellikle 7. ve 8. konferans önderliklerinin parti ilkelerine ve halkın çıkarlarına karşı işledikleri suçlan örtmeye yetmeyecektir. Kesinlikle ayrıdındayız ki, TKP/ML'nin siyasetinde hiçbir zaman yeri olmayan ve bize yönelik şiddet ve linç tutumunda ete kemiğe bürünen karşı-devrimci politika, TKP/ML'ye çöreklenen çetenin sınıfsal kimliğini deşifre etmektedir. Şimdiye dek hepimizi yalanlarla yönetmiş olan bu çeteleşmiş önderliğin, şimdi de, bizim bedenimize ve yaşamımıza şiddet uygulamaya ikna ettiği birkaç halk evladını hangi yalan ve hilelerle motive ettiğini bilmiyoruz. Ancak biz çeteciliğin aksine düşmana kapalı halka açıklık ilkesine bağlı kalmakta ısrar edeceğiz. Hala her ne sorunları ve dertleri varsa, bunları istedikleri devrimci örgütlerden, istedikleri miktarda gözlemci yada hakem alarak bu sorunları konuşma, çelişkileri devrimci ilkeler ışığında ve halkın çıkarları yönünde çözme ve varsa bir suç bunu karşılıklı olarak kayıtsız ve koşulsuz cezalandırmak için henüz zaman ve koşulların olduğunu yüksek sesle dile getiriyoruz. Biz her şeye rağmen gerçekleştirilen bu saldırılarla yoldaşlarımıza tattırılan bu acılara takılmıyoruz. Biliyoruz ki TKP/ML ve onu yönetenlere ilişkin tanımlamamızı doğrulayan bu pratiklere kızma hakkımız yoktur. Bu saldırılarla amaçlananın ne olduğunu biliyoruz; “TKP/ML sahipliği” söylemi ile bloke edilmiş ve TKP/ML’nin tarihsel sürecine ilgisini ve bağlılığını sürdüren taraftarların bizim sesimize kulak vermesini engellemek ve karşı-devrimin cephaneliğinden alman bu tarz “var olma” pisliğine bizi bulaştırmak istiyorlar. Bu umarları gerçekleşirse, bu çeteci önderliğin doku analizinin yapılarak halka sunulması bir süre daha ertelenecek, işlenen suçlar bir süre daha gizliliğini sürdürecek ve TKP/ML’nfn değerleriyle geçinmeye bir miktar zaman daha kazanacaklardır.
Nasıl gerekçelendirirlerse gerekçelendir- sinler, saldın taktikleriyleO) gizlemeye çalıştıkları amaç budur. Ve tarih bu noktada yardımımıza koşmakta fazla gecikmeyecektir. Şu da var ki. normal her aklın anlayabileceği gibi, bu saldırılara tahammül sınırsız olamaz. Bir güvercinin bile istikrarlı taciz ve saldırılar karşısında şahine dönüştüğünü test etmek zor değildir!
İstenen bazı maddi değerlerin tehdit konusu yapılmasına gelince; değeri ne olursa olsun, ister bir kalem ister başka bir şey olsun, siyasal faaliyetlerimizde kullanılan hiçbir değerin verilmesi söz konusu olamaz. Bütün değerlerin yaratıcısı insan’ı bir değer olarak görmeyen anlayışın, bir iki maddi nesne için canını dişine takması utanç verici bir ikiyüzlülük ve aymazlıktır. Bu tutumu sadece eleştirmiyor, bir iki nesneyi almak için onları bize yönelik tehdit konusu yapanların, partinin değerlerinin başına neler getirdiklerini biliyoruz ve onların düşmana teslim edilmesinin partiden nasıl saklandığını da. Bu nedenle bu tutumdan iğrendiğimizi belirtmekle yetiniyoruz.”
dd- Peki bu olup bitenlerden sonra geriye dönüp baktığınızda iki-çizgi mücadelesini yeterince uyguladığınızı söyleyebi- lirimsiniz? Yada, “nerede yanlış yaptık”, tarzı bir soru...
İDH- Kuşkusuz ki her hangi bir faaliyet ve süreç değerlendirmesi olduğu halde gündeminde özeleştiri içermiyorsa o eksik bir çaba olur. İki-çizgi mücadelesinin yasalarına uygun davranmışmıyız? Bu soru bizden çok tarih tarafından yanıtlanacak bir sorudur. Zira bu “şeyin" izleri vardır; doğrulanabilen ya da yalanlanabilen bir süreçtir bu. Belgeleri de eleştiri, öneri, inceleme ve raporlar ve bunların “önderlikte” bulduğu yankıdır. Bizim iddiamız olumlu yöndedir. İki-çizgi mücadelesini nasıl uyguladığımızı anlamak istiyorsanız onu nasıl kavradığımızı bilmeniz gerekir. Burada da yine başvuracağımız şey hareketimizin değerlendir- mesidir. O da şöyledir:
“Özeleştiri ve iki-çizgi mücadelesini kavrayışımız.
Bileşenimiz 7.ve 8. konferanslarca örgütsel TKP/ML’nin hukuksal önderliğine tayin etliği tasfiyeci küçük burjuva kliğin TKP/ML'nin yaşamına son vermekte kararlı siyasetine karşı yeterince, zamanında ve birleşerek mücadeleyi yürütemediği, bu olabilseydi ve işlenen her düzeydeki suça karşın "önderlik içinde bunları görecek birileri mutlaka olur” saflığı aşılabilseydi. çeteleşmesi her alanda ayyuka çıkan bu kliğin şimdi tasfiye edildiğinden söz edilir olurdu.
Ortaya çıkmıştır ki tasfiyecilik ve çeteci yaklaşımlarla mücadele sürecine taşınan ortak kaygılardan bir kaçı olan, “cepheleşmeye vardırmamak, bu süreci itmeye ve gitmeye vardırmadan iki-çizgi mücadelesini parti saflarında zafere ulaştırmak ve bu bakımdan tüm parti tarihi boyunca başarılmamış olanı da başararak iki-çizgiyi zorunluluğuna uygun anlamlandırarak, Maoizm’in “Bölünmeyin, birleşin!” şiarına zafer kazandırmak temelindeki amaca bağlılığımız, buna yabancılaşan klik tarafından bizim zayıf tarafımıza dönüştürülmüş, halk savaşı stratejisinin ‘parça parça iktidar edinim' esprisi, parti içi mücadelede Maoistlerin tasfiyesi süreci olarak yaşatılmıştır. Bunu seyretmek bu gelişmeleri boşa çıkaracak tedbirleri almamış olmanın bizdeki tanımı siyasal körlük olarak tespit edilmiştir.
Yine de parti-içi hayatın adı olan iki-ç.iz- giye zafer kazandırmamış olmak bizi iki çizgiden anladığımız konusunda bir kuşkuya düşürmemiş, aksine onun gelişme sürecinden kaçan tasfiyeciliğin devrime ve TKP/ML'nin ideolojik- siyasal çizgisine verdiği zararı bizzat yaşayanlar olarak iki çizgiyi layıkıyla yaşatmaya inancımızı pekişmiştir. Zira yaşadıklarımızın tecrübesiyle de içselleştirmiş durumdayız ki, tüm siyasal birliklerin -örgütlülüklerin- yaşamında (o birliğin içindekiler bunu kabul etmeseler, yada bilincinde olmasalar dahi) olduğu gibi KP'nin yaşam sürecinde de iki çizgi adını alan, zıtların birliği ve mücadelesi, süreci vardır. Bu olgu aynı zamanda KP'de süren hayatın da adıdır. Ne davet edilecek bir şeydir, nede yüzüne kapı kapatıla- bilecek bir şey. İki çizginin partiye gelişi, partiyi kuranlarla birlikte partide kuruluşudur. Partinin saflarına katılanlarla birlikte partiye gelir ve partinin içinde bulunduğu sosyal hayat tarafından partinin içine sokulan, partideki yaşamın dışında, partide yaşanmışlığının biçimini başka hiçbir şeyin sürecinde izlenmesi, gözlenmesi, yaşanması, olanağı olmayan; partinin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte partinin içinde tarihinin sahnesine çıkan, partinin her tartışma süreçlerinde tartışmaların tarafı olan, onun her toplantısında toplanan; partinin her gelişme evresine uygun biçim alan; parti sınıf mücadelesine yüklendiğinde yavaşlayan, dinlenen; partinin kendi içine dönmesiyle birlikte kendini ilk belli eden ve yekinendir. İki-çizginin sınırlı sayıdaki biçimleri olmadığı gibi çatıştırması da sınırlı değildir. O, biçimde ve mücadele ettirmede sınırsızdır. Bukalemun gibi değişken, evrendeki şeylerin parti içindeki algılanması ölçüsünde çoğuldur. Bazen barışı arzular canı, bazen de savaşı. Parti içindeyken ve partiyle halk arasındayken barışçı, partiyle halk düşmanlan arasındaki ilişkideyken savaşçı tutumdan vazgeçmez. İşte böyle bir şeydir iki-çizgi. Kendini bize anlattırırken bile, bizi, başkasının onu anlatmasıyla çeliştirmeksizin, bize onu anlatma ve onu algılama özgürlüğü yaşatmaz!
Özcesi yaşamı, partinin yaşamına bağlı olan, partiyle doğup onunla gelişen ve partinin sönmesiyle birlikte büyük özgürlük dünyasında, o dünyanın yaşam dinamosuna uygun biçimler alarak, doğru ile yanlış; ileri iJe geri... kılığı altında tebdili kıyafet (!) ederek daha ‘sakin' bir yaşama çekilen diyalektiğin biricik kanunu olan 'çelişme’nin, insanın sosyalleşmesinden beri yaşamında var olan siyasal örgütlerin yaşamındaki adıdır. İki-çizgi denen zorunluluk hem partinin ilerletici motoru hem de onu anlamadığında ve onun ‘dayatmalarından kaçtığında, kaçan her siyasal örgütü tüketen ve vasfını değiştirendir. Parti hayatında, kendini bıı çelişmenin gelişim süreçlerinden korumak yaşamdan, gelişmeden ve zaferden feragat etmekle aynı anlamdadır. Ona yasak getirmek ise partiyi hayata yasaklamaktan ötedir!
İki çizgi adlı bu parti içi yaşamı doğru anladığımız zaman, onun parti hayatında kendisini çelişmeler biçiminde ortaya koyduğunu anlamakta zorlanmayız. Böyle kavradığımız için parti içinde uzun bir süreci kapsayan zaman boyunca her çelişmeyi partinin geliştirilmesi temelinde ele almaya özen gösterdik. Zira "parti içinde çelişmeler ve onları çözmek için verilen mücadeleler olmasaydı partinin hayatından bahsedilemezdi” diyen Mao’yu rehber alanlardanız. Çelişmenin partideki yaşam biçiminin bilincinde olan, partinin de bilincindedir. Partinin bilincinde olan da partideki her çelişmeyi partinin amacına, halkın bilincinde olan ise halk arasındaki çelişmeleri halkın çıkarına uygun yöntemlerle ele alıp çözendir. Aksine, bu iki yaşam içindeki çelişmeleri parti, devrim, Maoizm maskesi altında halka, halk çocuklarına karşı şiddete vardırı- yorsa, -dikkat edin ve tarihin göstereceği sonuçlara bakın; dikkatle bakın!- o örgüt ve partiye tebdili kıyafet ederek sızmış olan çete, ya jitem dir, yada tit’emdiıl (NT’nin laboratuar ortamında genetik kopyalanması yapılıp yeniden başka bir zeminde faaliyetine hayat verilmedeyse tabi...). Parti amacı taşıyan ve halkın arzusunu yaşam arzusuna dönüştüren her parti ve komünist kişi, her zaman bağrında, burnun dibinde ‘peyda olan’ çelişmeye ve onu temsil eden kişi ve çizgiye düşman olmak ve biran önce onu bastırmaya kendini programlamak yerine, onlardan kendisinin geliştirilmesi için yararlan ve onunla mücadele ederken onu kendi karşıtı olmaktan çıkaran ve sıradaki çelişmenin ortaya çıkmasına katkı sunandır.
Çünkü iki çizgi denen şey, aslında şeylerin varlık temelini oluşturan zıtların birliği ve mücadelesinin partideki adından başka bir şey değildir, Zıtların birliği ise yaşamın, bilimin, diyalektiğin özüdür. Birlik varlığı, bunların birbir- leriyle mücadelesi ise gelişme ve değişmeyi koşullanmaktadır. Zıtların birliği ve mücadelesi tüm şeylerin ve süreçlerin içinde şeyleri ve süreçleri olgulayan öz, varolmuşluğun ve yaşamda tanımlanmış olmanın temeli ve zorunluluğudur. Komünist olan bunu bilir. ML parti ise bunu yaşar! Genel formülasiyonıı, karşıtların birliği ve mücadelesiyken. partide aldığı iki çizgi adından ve onun ortaya koyduğu süreçten haz alır. Tıpkı Mao’nun, mihnet duyarcasına ifade ettiği gibi. Neden? Çünkü iki çizgi hem önderliği, lıenı partiyi eğiten okul ortamı hem de o ortamın bedensiz bin dilli öğretmenidir. Yaşanan her biçimi, parti ve önderlik açısından yeniden yeniden kalıba dökülmektir. Her çizgi mücadelesi ideolojik yetkinleşme, her yetkinleşme politik mücadelede kazanılacak yeni zaferin adıdır. Her çizgi mücadelesi aşılan bir korkunun ve ulaşılan bir yeniliğin metodudur. Özgürleşmeyi büyüten, disiplini çelikten kılan, birliği güçlendiren de odur; ayrılık yollarını tıkayanda. Ve bu süreçlerin içerden dışarıya yansıması, partinin kitlelere daha çok erişmesi, ve kitleleri kendi seviyesine daha çok eriştirmesidir.
Biz bu algılayışımızla TKP/ML’de mono- litik, çeteci kast sistemi karşısında direnirken kuşkusuz başka bir hata daha yaptık. Bilimsel doğrulara ve sınıf temelimize güvenmekte haklıyken, bu sürecin son kertede sınıf mücadelesinin parti içindeki bir biçimi de olduğunu çoğu kez unuttuk. Bundandır ki, birlik içinde mücadele de ısrar ederken, çeteci kast bu birlikte ve mücadele ısrarımızı bir zaaf olarak algıladı ve biz de katkı sunduk. Şöyle ki, bu mücadele boyunca özellikle deklarasyon taslağı sürecinde, bir kez daha olup biteni açıklıkla TKP/ML’nin irade taşıyan unsurlarına aktarma tutumumuz, zaafımızında köylü saflığı biçimindeki tanımlaması olmuştur. Bu açıklığımızı “analiz” eden önderlik, bu durumu bir ‘çözülme’ olarak algılamış olacak ki, tam da İabora- tııar siyasetinin devrimci örgüt ve partililere karşı geliştirdiği taktiğin aynısını bize karşı geliştirmiştir: Ne zamandan beri cepte bekletilen bir “bilgi notu” olduğunu henüz bilmediğimiz, sahibi de yine kendileri olan bir “belden aşağı” iddiadan hareketle, deklarasyon imzacılarının ■çürük cenahı” belledikleri bir kişiyi pusulaya- rak “domuz bağı” tutsağı yapmaları, TKP/ML'nin MLM karşıtı tutumda ulaştığı derinliğin fotoğrafı olurken, bu fotoğraf, bileşenimizi de saflık uykusundan uyandıran zil sesi olarak işlev görmüştür. Ve sonrası, geri dönüp bu süreci yeni baştan incelemeyi zorunlu kılmakta ortaya çıkan muamma konusunda TKP/ML'yi halka bir açıklama yapmaya tarih önünde mecbur etmiştir. Kimin kimi yönettiği sorusunu sormadan edemiyoruz: “işkenceden delile” tar- zıyla ‘suç ve ceza’ ilişkisini düzenleme yöntemini kimin bu kadar aleni olarak TKP/ML'nin saflarında kabule vardırdığını ve "domuz bağı” yaptıkları deklarasyonu destekleyen kişiye dair “belden aşağı zor” iddiasını geri aldıklarına göre, bunları böyle cümbür cemaat bu rezalete inandıran kaynağı da açıklamak zorundadırlar. İdeolojik-politik meselelerde kör, sağır ve dilsizken, belden aşağı bir hadise olduğunda, tüm aktiflerini “şüphelilerin” peşine“ahlak bekçileri” olarak koşuşturanların, devrim adına ne kazandıkları hala bir sırdır!
dd- İsimlendirmenizin dayanağı nedir?
İDH- Belgemizden aktaralım:
“Bileşenimizin buraya kadarki süreç boyunca ve bu irade oluşturma oturumunda ortaya çıkmış bulunan asgari ideolojik-siyasal anlayışımızın ve tasfiyecilikle mücadelemizin bizi getirdiği bu aşamanın gerçekliğine uygun, duruşumuzu ve yönelimimizi ifade etmekte en doğru niteleme. İbocu Dönüşüm Hareketidir...”
dd- Neden beklenebilir bir isim değil de “İbocu Dönüşüm Hareketi”
İDH- İlkin şunu söyleyelim. İbo adı hala Varttinik’te kızıl bayrağı bilinç dünyamıza çekerken ki eylemi kadar heyecan veren bir addır. Devrimci tereddütsüzlük, tabu, yerleşke ve doğmaların hiç birini kabul etmeme, ulaştığı doğruyu doruklara taşıma azmi ve adı anlamında heyecan ve coşku verici bir algılanmadır. Tek neden olmasa da, nedenlerden birisi budur.
İkincisi bu ülkede temel bir kültür vardır, Bu yaşamın her alanında ve anında kaçınamayacağımız bir muhataplıhktır. Başbakanın da ‘‘nereli olduğu” temel merak konusudur, trafik kazasında yaşamını yitiren bir yurttaşın da. Dolayısıyla siyasal bir hareket de gökten inmeyeceğine göre ona “nereden çıktı” diye sorulur. Hatta bu sizin de ilk sorunuz değimleydi?
dd- Evet doğru.
İDH- İşte bu da ikinci nedendir. İdeolojik siyasal bağımız ve tarihsel zeminimizle ilişkili bir ismin doğrusunun bu olduğuna karar verdik.
Temel olan ise üçüncü nedendir. Neden “Ibocu Dönüşüm Hareketi” sorusuna cevabımız ise şöyle ortaya konmuştur.
"Teori; sınıf mücadeleleri tarihinde olup- bitmişlerin ve güncel olanların soyutlanmasıdır. Teori, üzerine çokça şeyler söylenebilir ama en özlü ifade “yazmak eylemdir” diyen Lenin’indir. Bu eylem hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde açıkça doğa ve toplumdaki hareketin. gelişmenin soyutlanması, teorileştirilmesidir. Buradan hareketle anlaşılabilinir ki MLM teori baştan aşağı, özden biçime, ileriye göz dikmenin eylemi olarak dogma’ya en uzak teoridir. Zira dogmaya yakın duran her teori, tarih göstermiştir ki statükoların değirmenine su taşımış, karşı-devrime hizmet eder hale gelmiştir.
Bilimsel öze sahip teoriler iktidardakiler tarafından her zaman baskılanmaya maruz kalmıştır. Bunlardan bazılarının bu baskıya boyun eğdiğinin örnekleri de tarih tarafından kaydedilmiştir. Bunlardan en unutulmaz olanı ise Gaiile'nin engizisyon karşısındaki tavrında so- mutlanandır. Bu örnek bize, bilimsel olsa dahi herhangi bir teorinin sahibinin onu güdük kılabileceğini ve ‘tam’ olduğu halde onu iktidarın baskısına uyarak eksiltilebileceğinin unutulmaz dersini vermektedir; aslında bilim eksilmese ve Galile gibi ‘teslim’ alınamasa bile.
İşte İbocu Dönüşüm Hareketinin zemini de bilimin bu gerçekliğine bağlılıktır.
TKP/ML kendi çıkış sürecinde bilimsel ele alışın soyutlamasındaki içerik bakımından devrimci hareketin teorik zindesiydi. Bilimsel yaklaşımlarda, doğada ve toplumda “zirvelerin” geçici, değişimin ve dönüşümün dinamosu olan hareketin sürekliliğinin kalıcılığıdır. Tarihte de, doğa ve toplumda da ve bu maddi ‘varlıkların’ sonucıt olarak oluşan düşüncede de dikkati cezbeden ilk şey harekettir. Kaypakka- ya'mn bilimsel tutumuna dönüş anlamında tulumumuzun başka bir şey değilde hareket adını alması bu anlamda doğaldır. Ayrıca gerçekliğimize uygun olan da budur. Ne olacağımız hakkında olmasa bile nasıl adlanacağımıza dair karan, hareketi yönetme sürecindeki yasalar verecektir ve niteliğimiz öznel çabamızın yanı sıra, tarih tarafında belirlenecektir. Hayatın gerçekleri böyle olmasaydı birçok "Maoist” örgüte rağmen Maoizmin uygulama alanından kapı dışarı edilmiş olmasının da bir açıklaması olurdu.
“İbo”yu kavrayışımıza gelince, bize göre ibocu algılayış bireyi öncelemek değil, bilinci almak eylemidir. Zira, '‘İbrahim Kaypakkaya" bireyin toplumdaki adlandırılması değil, bilincin toplumdaki adlandırılmasıdır. Ancak bu gerçeklik Kaypakkaya’nın kasketinden feyz alanların iktidarlarıyla sakatlanmış, kötürümleş- tirilmiştir. TKP/ML'de somutlanan bu şapka sahipliği, İbo’nun bilincini dogmatizmin kafesinde tutsak etmiştir. Bu öylesine bir yabancılaşmadır ki, gelinen aşamada örgütsel TKP7ML. İbo’nun izini kaybetme derekesinde ona yabancı İbocu bilince geri dönemeyecek kadar da TKP/ML'den uzaklaşmıştır. Ve tam da bu merhale tarihsel bilincin ‘“zor’uyla da olsa nitel bir dönüşümün zeminini yaratmaya aday bir sıçrama olarak hareketimizin "alın yazısfna dönüşmüştür.
İbocu Dönüşüm, Kemalist iktidar, ulusal sorun, devlet, parti, ordu, devrim gibi konularda nitel sıçramanın adıdır. Herkesçe bilinir ki Kemalist hayranlıktan; faşist diktatörlük tespitine, Kürt ulusal sorunun "doğu sorunu. Kürt yurttaşlarımız” vb. kavramlarla ifade edildiği bir dönemde, Kiirtlerin bir ulus olduğu ve “ayrılıp ayrı bir devlet kurma hakkı ”nrn olduğunu yüksek sesle haykırması, devletin "sol" ve sağ cenahlarından bahseden omurgasız aydınlar karşısında; devletin, komprador-bürokrat burjuvazi ve büyük toprak ağalarının zor ve baskı aracı olduğunu; bunlara karşı savaşımda Bolşevik tipte bir parti ve bu partinin önderliğinde güçlü bir kızıl orduyu zorunlu gören, başlıca tespitleriyle, çok değil bir-iki yıl içinde düşüncelerinden köklü bir kopuş ve bilimsel sıçrayışın adı olmuştur İbo. İşte biz “İbocu” derken onu mabet edinenlerden uzak durmanın adı olarak algılıyoruz. İboci Dönüşüm Hareketi bu yaklaşımla kutsallarının olmadığını Kaypakkaya yoldaşın görüşlerini bir dogma veya "miras” olarak değil teoride ve pratikle eylem kılavuzu olarak ele aldığını, İbocu kavrayışla açıklar.
dd-Röportaj için teşekkürler!
İDH- Yayın hayatınızda başarılar diliyorum
senin o ctrl+c ve ctrl+v yapan parmaklarını teker teker sikiyim.