kilo vermek isteyenlere tavsiyeler

? cavci 23.07.2012 17:27 0

Hayati can da düştü!

Yoldaşlar ölüm orucu zafere dönüştü!

? zeratul 23.07.2012 17:42 0

anoreksiya mı bu hastalık ?

? sentor 23.07.2012 17:43 -1

Abdullah Öcalan, 2. Dünya Savaşı’ndan dört, Dersim İsyanından on ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 26 yıl sonra yani 1949 yılında dünyaya gelir. 2.Dünya Savaşı’nın bittiği, ancak yol açtığı yıkım ve yoksullukla etkisini halen sürdürdüğü bir dönem. Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşundan sonra Kürdün inkarına yönelik politikaların tüm ağırlığıyla ve tüm acımasızlığıyla sürdüğü bir dönem. Kürtlerin başkaldırı ve isyanları ile karşılaşan rejimin, isyanları kanla bastırdıktan sonra, İsyanlara katılan ve katılmayan Kürt ileri gelenlerini ve aşiret reislerini Türkiye’nin batısına sürdüğü ve zorunlu iskana tabi tuttuğu bir dönem. Kürdistan’ın üzerinden geçen silindirin izlerinin belleklerde çok taze olduğu, giderek önünde bir engelin kalmadığına inanarak l946’larda şekli de olsa çok partili bir yönetime geçen bir rejimin kendini güvende görmek için ABD’ye yaltaklandığı dönem. Nitekim Türkiye bir kaç yıl sonra 1949’da kurulan NATO’ya da girdi.

İşte Abdullah Öcalan bu şartların hüküm sürdüğü bir zaman diliminde Kurdistan’ın Urfa iline bağlı Halfeti ilçesinin küçük bir köyü olan Amara (Ömerli)’da l949 yılında dünyaya gelir. Yoksul sayılabilecek bir ailenin ilk çocuğudur. Halfeti ilçe merkezi Türk nüfusun ağırlıklı olduğu bir yer. Halfeti’nin köyleri ise, Kürt, Türk, Ermeni nufusunun bazen karışık, bazen ayrı olarak yaşadığı köylerdir. Abdullah’ın doğduğu köy olan Amara, Kürt - Türk köylerinin komşu olduğu ve bir de bir Ermeni köyü Cibin’in komşu bulunduğu, karma kültürlerin egemen olduğu bir coğrafya’da bulunuyordu. Ailesi çevre köylerde dağılmış olan Abdullah’ın babası Ömer Kürt, annesi Öveyş ise Türk kökenlidir.

Çocukluk yılları yoksulluk içinde geçen Abdullah, bu yıllarda değişik yaşam ve davranışları ile herkesin dikkatlerini üzerinde toplamıştır. Köyün gelenekçi ortamında, geleneklere aldırmayan, kendi bildiğinde direten, çocukları peşine takan, kurduğu grupla beraber hareket eden, değişik oyunlarla çocukları dağlara çıkararak avcılık yapan asi bir çocuk potresini çizmektedir.

Çocuklarla olan bu ilişkisinin yanısıra yaşlılarla da iyi diyalog kuran Abdullah, bu yıllara ilişkin olarak daha sonra anılarını dile getirerek o yılları hiç unutmadığını ifade edecektir. ‘’anlattım ... anlattım... ihtiyar başını çeviriyordu Oğlum biz kurumuş tahtalar gibiyiz. Sen şimdi bunu yeşertebilecek misin ? diyordu.

Abdullah çocukluktan başlayarak yaşamdan sonuçlar çıkarmaya, çıkardığı sonuçlara göre davranmaya ve bunları kendi hayatında ilke haline getirerek kendi yolunu çizmeye başlar. Sürekli, araştırmacı-çatışmacı bir kişilik ekseninde gelişen Abdullah, kendi yolunda yürümek için yeri geldiğinde anne ve babası ile toplumu karşısına almaktan da geri durmaz. Özgürlük çocuklukta başlar. Eskiden beri hep beraber yürümek istedim.“ diyen Abdullah Öcalan kendi çocukluk arkadaşlarından da bir grup kurarak bunlarla birlikte hareket etmeye başlar. Bu grupta lider konumdadır ve çocukların güvenini kazanarak onları yönlendirir. Bu karekterinden dolayı aileler çocuklarını ondan sakınırdı.Bir konuşmasında „Komşuların hepsi çocuklarını(benden) saklardı. -Buna teslim etmeyin- derlerdi.“diyordu Abdullah, bu dönemi anlatırken.

İyi bir avcı olmasının yanında iyi bir yılan avcısı durumundadır. Köydeki yılanların öldürülmesiyle yetinmez ve çevredeki tüm yılanların öldürülmesi gerektiğine inanır. ve bunun için çalışır. Bu nedenle „en iyi yılan avcısı“ durumundadır. „yılanları öldürme tutkusu giderek bende gerçeğe dönüştü“diyordu çocukluğunu anlatırken. Güvercinleri ve kuşları avlama da öyledir ve burada avını arkadaşlarından başka kimseyle paylaşmaya yanaşmaz. „bu güvercinleri kimseye vermeyeceğim, kendi istediğim gibi pişireceğim ve istediklerimle paylaşacağim“ diye düşünürdü.

Yine geleneksel yaklaşımları kabul etmez. Sorunlara karşı kendi çözüm yöntemlerini bulur ve bundan dolayı çocukların beğenisini kazanırken yetişkinler onu „tehlikeli“ olarak değerlendirirler. Çocukluğundaki bu dik başlılığı, „çocukluğuma ihanet edemezdim.“ diye açıklamaktadır. O yıllarda köy imamından cenk hikayeleri dinleyerek, dini dersler alarak ve Hz. Ali’nin savaş başarılarını dinliyerek büyülenmektedir.

Bu arada aileden anne ve babanın kendisine yönelik davranışlarından dersler çıkarmaktadır. ‘’Küçük bir çocuktum. Hergün kavga ediyorduk. Bu kavgalarda birisi benim kafamı kırdı. Tabi annem bana müthiş yöneldi, -yok- dedi, -eve gelmiyeceksin- dedi Bana anam verdi ilk dersi. İntikamımı aldıktan sonra beni eve alacağını söylüyordu. Ana haliyle hiç de acımıyor,-oğlumdur, bilmem neyimdir- diyerek kesinlikle düşünmüyordu.’’ Annesinin bu yöneliminden sonra kafasını kıran çocuklardan intikam alan Abdullah, annesinin bu yöneliminin kendi kişiliği üzerinde etkili olduğuna inanmakta ve bunu dile getirmektedir.

Annesinin kendisine isteklerde bulunmasına karşı tavuk ve civcivlerini göstererek; ‘’Sen anamsın, beni, nasıl bir dünyada, nasıl koşullarla yüz yüze getirdiğini biliyormusun?’’ diye sorar. Bu benzetmeyle varolan toplumsal duruma duyduğu tepkiyi dile getirir. Bir annenin çocuğundan neleri beklemesi gerektiği yönünde toplumsal gerçekliğe bir eleştiri olarak değerlendirir bu çıkışını.

Annesinin bu otoriter kişiliğine karşın babası Ömer dindar, fakir ve kendi halinde bir kişi olmasına rağmen ilkeli biri durumundadır. İlkeli olmasına ilkeli, fakat kendi güç sınırını da iyi bilen birisidir. Abdullah babasının bu aile içindeki silik durumuna, ailede önderlik yapamamasına karşılık kendisinin erkenden önderliğe soyunduğunu dile getirmektedir. ‘Bu baba, bizi idare edemiyor, çok zor durumda, çok zavallı ve büyük yetmezlikler yaşıyor.’ diye düşünmektedir. Babası ile köylülerin köylüce kavgalarına şahit olan Abdullah o tür kavgalara girmemek için dikkat eder ve şu sonuca vardığını dile getirir; „gücümün yetmeyeceği şeye niye ölümüne gireyim ki?“ herkesin illallah dediği Abdullah, babasından destek almaktadır. Baba da ondan umutludur. Bir keresinde çocuklara Abdullahı işaret ederek; „Ona dokunmayın, onun anlında fetih işareti yazılıdır.“ diyerek umutlarını ve Abdullah’taki değişikliği göstermektedir.

İlkokul

Okulun bulunduğu Amara’da, Abdullah, okul çağına geldiğinde okumak istediğini ailesine söyler. En yakın İlkokul komşu Ermeni köyü Cibin’dedir. Amara’dan Cibin’e okula gitmek için her gün dağ yolunu gidip gelmek gerekmektedir. Yaz-kış dağ yollarından gidiş geliş öyle basit bir olay değil tabii Ailesi okuma istemine olumlu cevap verince Abdullah’a okul yolu açılır. Okulun ilk gününde o güne kadar hiç tanımadığı bir dil olan Türkçe ile karşılaşır. Hatta Öcalan o dönemde sözü edilen öğretmenlerin neye benzediğini merak ettiğini dile getirerek, okula ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmadığına işaret etmektedir. Okula gidiş-geliş zorluğuna ek olarak dil zorluğu, yeni bir dil öğrenmenin zorluğu ile de karşılaşan Abdullah, başarının bu engelleri aşmakla gerçekleşeceğine inanır ve kendisini bunun için zorlamaya başlar. Türkçe üzerine düşünür, bu yeni dili tanımaya çalışır, yoğun çalışması sonucunda başarılı olur ve öğretmeninin gözdesi durumuna gelir.

Öcalan, yıllar sonra adını anarak ilkokul öğretmeninin, kendisini okulun ilk günlerinde yemeğe davet ettiğini, bunun kendisi için bir onurlandırma olduğunu belirterek o günleri hala unutmadığını belirtecektir. İlkokul boyunca öğretmeninin takdirini kazanır.

Bu dönemde dine olan eğilimi çok güçlü olan Abdullah, okula beraber gittiği arkadaş grubu içinde bir imam gibi davranarak yolda onlara abdest aldırıp, namaz kıldırtır. Sosyal ilişkide öncü durumunda olmasının yanı sıra din konusunda da arkadaşları içinde bir imam gibidir. Kendi anlatımlarında bu çocukça imamlığı bile kusursuz yapmaya çalıştığını ve bundan dolayı hem arkadaşlarından ve hem de köylülerden takdir aldığını belirtmektedir. Bu döneme ilişkin olarak şöyle demektedir; ‘’din kurumunda, okul kurumunda, daha sonraki ideolojik kurumlarda hep istediğimi bulamam durumu yaşadım. Aslında taparcasına bağlıydım, ama istediğimi bir türlü bulamama beni hep en iyisinin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna ve sonucuna götürdü.’’

Amara ve Cibin arası iki saatlık yolu beş yıl boyunca gidip-gelerek ilkokulu başarı ile bitirir. Öcalan’ın ilkokuldaki başarısı okumaya devam etme istemine ailesinin fazla karşı koymamasını da beraber getirecektir.

Ortaokul

Nizip’teki üç yıllık ortaokul dönemine ailesinin de onay vermesi ile başlayan Abdullah, okumaya gelen pek çok imkana sahip öğrenci arasında bulunan sınırlı sayıdaki sıradan aile çocukları arasındadır. Ailesi Nizip dışında olan tek çocuk Abdullah’tır.

Sınıf arkadaşları tarafından sürekli kendilerinin yaşam koşullarını kabullenmesi ve uyması için baskı görmesine rağmen Öcalan, kendi bildiğinden taviz vermez. Arkadaşlarının bu „kalıba sokma“ girişimlerine direnen Abdullah sürekli dışlanır ve horlanır.

İlk dönemde bazı zorluklar yaşamasına karşın derslerdeki başarısı ile giderek bu zorlukların üstesinden gelir. Derslerdeki başarısı ile kendisini öğretmenlerinin gözdesi durumuna getirir.

Okul yaşamı boyunca kendi giderlerini karşılamak için çalışmayı da ihmal etmemektedir.

Bu yaşlarda karşılaştığı zorlukların nedenlerini çıkarma ve değiştirme yönünde kafa yoran Abdullah, büyümeyi önüne koyar. l960 darbesini gerçekleştiren ordunun gücü karşısında, güçlü olmanın asker olmaktdan geçtiğini düşünerek asker olmaya karar verir. Ortaokul sonrası askeri okula devam etme düşüncesi bu büyüme ve gücü elinde bulunduran kurumda yeralma düşüncesinin bir sonucu olarak gelişir ve askeri okul sınavlarına girerek bu yolu dener. Sınavların sonucunda kazanmadığı anlaşılınca bu yolun kendisine kapalı olduğunu anlar. Bu gerçeklikte Kürtlüğünün de payı olduğuna inanır ve bunun üzerinde daha derin düşünmeye başlar. Aynı dönemde girdiği Tapu Kadastro Meslek lisesinin sınavlarını kazandığı için artık Lıseye Ankara’da devam edecektir.

Ankara Tapu-Kadastro Meslek Lisesi

Öcalan, l966 yılında Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi’ne yatılı okumak için kayıt yapar. İlk kez büyük bir şehire ayak basan Öcalan etraftaki yapıların heybetinden etkilenir ve çok şaşırır. Büyük bir şehirde, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan bir şehirde bulunmaktadır. Yaşayış, sosyalite, toplumsal durumu tümüyle farklı olan bir mekan. İnsanları tanımaya, yaşayışlarına anlam vermeye çalışan Öcalan ilk kez karşılaştığı bu yeni yaşam tarzı karşısında temkinlidir, bulaşmamaya çalışır. Kent yaşamının insanları bitirici bir özelliğe sahip olduğunu düşünerek uzak durmaya çalışır.

Öcalan’ın okulu yatılı olduğundan masraflar devlet tarafından karşılanmaktadır. Tutumlu davranışlarını burada da sürdürür ve fuzuli masraflardan kaçınır. Sigara, alkol vb. alışkanlıklara bulaşmaz, tek hedefi var; başarılı olmak.

Lise boyunca Öcalan, bir yandan devlete dayanarak ilerlemeye çalışır, diğer yandan da burjuva toplumunu ve değer yargılarını tanımaya çalışır. Faal biri olmasına rağmen kendisini bastırarak başarılı olmaya, burjuvazi karşısında fazla olmayan şansını zorlamaya çalışır. Bu anlamda yatılı okulu en iyi şekilde değerlendirir.

Öğretmenlerinden, Harp okulundan Faruk Çağlayan, Öcalan’ın yazdığı bir kompozisyonu beğenir ve bunu tüm öğretmenlere hatta profesörlere okuduğunu söyler. Okul boyunca öğretmenleri ile iyi ilişkiler içindedir.

Öcalan henüz köyden aldığı din eğilimini bırakmış değil ve bu eğilim güçlü olarak kendisinde yaşamaya devam etmektedir. Maltepe Camisi’ne gidip gelir. Bu tür ilişkilerde kendisini daha rahat ifade edebilmekte ve bir yerde burjuvazinin yozluğundan kaçmaya çalışmaktadır. Bu arada komünizm ile mücadele derneklerinin seminerlerini dinliyor. Hatta MHP eksenli ülkü ocaklarına bile gittiği oluyor, fakat fazla ısınamıyor. Siyasal islam eğilimi devam etmektedir. Fakat yani arayışları da son bulmuş değildir.

İlk kez Hulusi Turgut adında bir gazetecinin Kürtlükle ilgili bir röportajını okuyor. Gazetecinin, Mala Mustafa Berzani ile yaptığı söyleşinin Kürtlük tarafı Öcalan’ın ilgisini çekiyor ve bu konu üzerinde yoğunca düşünüyor. Araştırma ve okumalardan sonra düşünce anlamında ufku daha da genişleyen Öcalan artık olaylara mantıklı ve sistemli bakmanın yöntemini aramaktadır. Lise son sınıftayken Huberman’ın Sosyalizmin Alfabesi adlı kitabı eline geçer. Kitabı okuduktan sonra düşünme ve yoğunlaşması artan Öcalan artık eski düşüncesi ile gidemeyeceğini anlayarak yaşadığı düşünce çatışmasından Sosyalizmin galip geldiğini farkeder. Sonradan Bu durumu geleneksel ideolojinin kaybetmesi olarak dile getirmektedir.

Aynı dönemde gelişen gençlik hareketlenmeleri Türkiye’de yankısını bulmuş, gençlik bir tartışma ve hareketlilik içindedir. Tartışmalar, eylemler, öğrenci hareketleri, devam etmektedir ve Öcalan bütün bunları izlemektedir. Bazen içinde yer alıyor bazen izliyor. Yaşanan bu genel sol ve gençlik tartışmasına ek olarak Kürtlük tartışması da devam etmektedir.

l969 yılında bu dönemin en hareketli kentlerinden olan Ankara’da, liseyi bitirdiğinde Öcalan, artık sosyalist bir yaşam ve mücadelede karar kılan birisi olmuş durumdadır.

Diyarbakır’da Memurluk

Okulu bitirdiğinde Öcalan artık bir devlet memuru olarak göreve hazırdır. İlk görev yeri Diyarbakır çıktı. Türkiye’nin başkenti Ankara’dan Kürdistan’ın merkezi durumundaki Diyarbakır’a gidecektir.

Diyarbakır’da Kürdistan’ı ve Kürtleri yakından tanıyacak, Kürt-devlet ilikilerini gözleme ve anlama imkanı bulacaktır. Bir yandan memurluk yaparken diğer yandan üniversiteye başlamak için hazırlık yapmaktadır. Bu hazırlık bir yandan ders çalışmak diğer yandan para biriktirmek şeklinde devam ediyor. Çalışırken buna göre davranıyor ve maaşını buna göre kullanıyordu.

Diyarbakır’da bir otelde kalıyor. Kaldığı bu otelde çevrenin ileri gelenleri ile tanışma fırsatı buluyor. Onların Kürt sorunu üzerine tartışmalarını dinliyor, Kürtlüğe bakış açılarını öğreniyor. Kürtlerle bu yakın teması ona Kürtleri tanıma fırsatı tanıdığından bu durumu değerlendirmeye bu yönlü düşünceler ve araştırmalar üzerinde yoğunlaşmaya başlıyor. Meslek gereği toprak sahipleri ile ilişkileri yoğundur. Kürt toplumunun bu kesimini daha yakından tanımaya başlıyor. Boş zamanlarında onu etkileyen Diyarbakır surlarını geziyor.

Memur düzeyinde de olsa ilk kez memurluğu sırasında Kürtlerle devletin, ilişkilerinin durumunu anlamaya çalışır. Toprak sahipleri bu ilişkide işlerini rüşvet ile yürüttüklerini halkın diğer kesimlerinin ise boyun eğmek zorunda kaldıklarını görüyor.

Devlet memurlarının rüşvetle işleri hal ettiği bir ortamda Öcalan, rüşveti ısrarla red eder. Alacağı tek bir rüşveti gelecekte yapacağı işlerin bir bütçesi olarak düşünür ve kendini buna inandırdıktan sonra kabul eder. Zaten sonraki yıllarda PKK’nin ilk bütçesinin aldığı bu rüşvet olduğunu dile getirir. Bu parayı başka türlü kullandığı takdirde kendi moral değerlerine ters düşeceğini bilir ve buna göre davranır.

Diyarbakır’da kaldığı bir yıllık süre, kendisi için son derece önemli bir tecrübe niteliğindedir. Bir yılın sonunda tayinini orada üniversiteye gitmenin hazırlıklarını yapabilmek için düşündüğü İstanbul’a aldırır. Artık üniversite yolu ve İstanbul’un hareketli ortamı kendisini beklemektedir.

İstanbul Hukuk Fakültesi

Öcalan l97l yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yapar ve Site Öğrenci Yurdu’na yerleşir. Bu dönemde okuduğu Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı adlı kitaptan etkilenir, ulusal soruna getirilen yorumları Kürt gerçekliği açısından ele alır ve bunların çok daha gerçekçi olduğunu görür. Bu döneme kadar Kürt sorununa UKKTH açısından bakılmamış, sorun Türkiye’nin bir bölgesinin geri kalmışlığı olarak değerlendirilmiş ve bu doğrultuda talepler ileri sürülmüştü. Öcalan’ın da gidip geldiği DDKO soruna bu şekilde bakmakta ve ‘’Doğu’ya yol, su vb.’’ istemlerini dillendirmekteydi. Genel olarak da yürütülen tartışmalarda devletin Doğu’yu geri bıraktığı ve kalkındırılması gerektiği yönündedir.

Öcalan hazırlandığı bir seminerin konusunu Kürt sorunu ve ayrı devlet açısından ele alarak UKKTH çerçevesinde bir konuşma hazırlar. DDKO’da verdiği bu yönlü bir seminerden sonra DDKO üyeliğine alınır. Fakat dernek bünyesinde bu yönlü tartışmaların geliştiğini gören devlet, derneği seminerin ardından kapatır.

Öcalan’ın İstanbul’da kaldığı bu dönemde Türkiye devrimcileri fikir tartışmalarını sürdürmekteler ve tartışmaların odağını örgüt, gizlilik ve devrimci şiddet oluşturmaktadır. Mahir Çayan’ın bu yönlü seminer ve konuşmalarını dinleyen Öcalan, getirilen yorumları gerçekçi bulur. Yapılan Kemalizm eleştirisini o güne kadar yapılan en radikal ve çözümleyici eleştiri olarak değerlendirir.

İstanbul’un hareketli ortamında, Öcalan, tartışmaları dinlemek ve katılmamanın yeterli olmadığını düşünür ve liseyi okuduğu siyasetin merkezi Ankara’ya gitmeyi tasarlar. Öcalan İstanbul’da, hukuk fakültesine devam ederken, Ankara’da eğitime devam etmek için Üniversite sınavlarına girer ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Kamu Yönetimi bölümünü kazanır. İstanbul’un hareketli ortamı artık geride kalmıştır Öcalan için ve, bundan sonraki yaşamını ciddi olarak etkileyecek, devrimci arayış ve mücadelesi yeni bir tempoya kavuşturacak Ankara ortamına geçer.

Ankara- A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi

Öcalan Kamu Yönetimi bölümüne burs alarak başlar. Öcalan Ankara’ya gittiği 1971 sonlarında 71 direnişçilerinin savaşçılığı devam etmektedir. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan henüz yakalanmamışlar. Yürütülen eylemselliği kahramanlık olarak değerlendirir. Ancak okula başlamasının ilk günlerinde Mahirlerin Kızıldere’de katledilirler. Öcalan, türkü yakmanın yeterli bir cevap olamayacağını, bu kahramanların ardından bir şeyler yapılması gerektiğini düşünür ve yapılması gerekenler üzerinde düşünmeye başlar. Belirlenen eylem tipi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde boykot eylemini gerçekleştirmektir. Boykot eylemi başarılı bir şekilde gerçekleşir. Ancak bu eylemden sonra fakültede tutuklamalar başlar. Tutuklananlar arasında Öcalan’da bulunmaktadır. 7 Nisan l972 de tutuklanan Öcalan 6 ay Mamak cezaevinde kalır ve mahkemece serbest bırakılır.

Cezaevinde kaldığı 6 ay Öcalan için bir tecrübe işlevi görür ve devletle karşılaştığı bu ilk seferinde devleti daha iyi tanımaya çalışır. Dışarda, yapılanlar ve yapılması gerekenler üzerinde düşünür. Olayları inceleme ve yoğunlaşma dönemi olarak geçen bu süreçten sonra Öcalan, Anıtkabir civarında Kürt arkadaşına ait bir eve yerleşir.

Bu süreçten sonra arkadaş çevresi geliştirmeye başlayan Öcalan, PKK’nin ilk grubunu oluşturacak arkadaşlarını bu dönemde toparlar ve onları kendi düşünceleri etrafında bir araya getirir. Henüz net olarak neler yapılacağı ortaya konulmamıştır. Bir oluşumun ortada olmadığı bu dönemde Kemal Pir, Haki Karer gibi Türk kökenli arkadaşlarına fikirlerini kabul ettirir ve beraber hareket etme konusunda kendilerini ikna eder.

Daha sonraları Yukarı Ayrancı’da bir eve taşınan Öcalan burada da faaliyetlerine devam eder. 1973 1 Mayıs’ında Çubuk Barajı toplantısı olarak bilinen bir toplantıda gruplaşma kararı alınarak birlikte hareket etme resmileştirilir. Bu toplantıya katılan 6 kişi oluşan grubun çekirdek kadrosu durumundayken Öcalan grubun doğal lideri durumundadır.

1974-75 yıllarında faşist öğrenciler devlet desteği ile okulları kontrole almış, devrimcileri sıkıştırmaya ve zorlamaya çalışırlarken Öcalan faşistlere karşı birlikte hareket etmenin yollarını arar. İlk iş olarak Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) kurulur. Dönemin ilk öğrenci derneği olan ADYÖD’ün yönetiminde yer alan Öcalan, derneği faaliyetlerde bir üs olarak kullanmaya başlar. Devrimci öğrencilerin buluşma ve tartışma platformu durumuna gelen dernek 12 Mart darbesinin toplumsal alandan geri çekilmeye başlamasının ardından başlayan süreçte önemli bir rol üstlenmekteydi. Burada pek çok toplantı ve seminer düzenlenir. Yaydığı fikirler ve öğrenci hareketinde gördüğü önemli işlev üzerine ADYÖD 1975’te devlet yetkililerince kapatılır.

Bu tarihe kadar devlet tarafından net olarak hangi yöne eğilimli olduğu bilinmeyen Öcalan, 1976 yılında Ankara Yüksek Mühendisler ve Mimarlar Odasında katıldığı bir seminerde konuşmasının merkezine „ülke“ ve „bağımsız örgütlenme“yi koyar. Seminerde „Kürdistan Sömürgedir“ tezi üzerinde durarak şimdiye kadar dillendirilmemiş bir gerçeği dile getirerek farklılığını ortaya koyar. Dönemin devrimcilerinden büyük bir kesimi Kürdistanı sümürge olarak kabul etmedikleri ve Kürtlerin ayrı örgütlenmelerine karşı olduklarından Öcalan’ın bu tezi, Kürtler açısından bir kopuş ve ayrı örgütlenmenin başlangıcı anlamına gelmektedir. Artık bir grup olarak hareket eden Öcalan ve arkadaşları, kendi aralarında fikir tartışmalar yürüterek yönlerini Kürdistana çevirirler.

1 Ocak 1977 Dikmen ve Tuzluçayır toplantılarında bu düşünce net olarak kabul edilir. Düşünce karar haline getirilir ve dönüş için hazırlıklar başlatılır.Tam da bu dönemde MİT, grubun gelişim seyrini izlemek ve kontrolde tutmak için karar alır, Bunun içinm grubun içine adam sızdırır. Öcalan sızdırılan bu kişileri bildiği halde bilmiyormuş gibi davranır, içlerindeki ajanı yönlendirmeye, o kadar da tehlikeli ve kontrolden çıkmış bir grup olmadıkları imajını vermeye çalışmaktaydı. Diğer yerden gruba sızmış ajanlara ise sadece bilmeleri gereken bilgiler aktarılarak onların da gerçek durumdan haberdar olmamaları sağlanmaktaydı.

Öcalan, bu dönemde gruba girenlerden Dersimli bir aileden olan Kesire Yıldırım ile evlenir. Öcalan daha sonraki dönemde, evliliği ile ilgili olarak, bunu politik bir manevra olarak düşündüğünü, bu evlilik ile bir yerde devlete, kendisinin, Ankara’da kalıcı olduğu mesajını vermek istediğini belirtiyordu. Öcalan, Ankara’da bir yandan bu mesajları verirken, diğer yandan da bütün çabasını Kürdistana dönüş üzerinde yoğunlaştırır. Öcalan’ın dışında grup Kürdistan’a dağılır, propaganda ve örgütlenme çalışmalarına başlar. Kürdistan’ın her yerine ulaşan APOCULAR yeni hareketin alt yapısını kuracaklardı.

Kürdistan Seferi

Öcalan, 76’nın sonlarında ülkede yürütülen faaliyetleri yerinde incelemek ve çalışmaları bir raya oturtmak için bir Kürdistan seferi yapar. Kürdistanı kapsayan bu gezi sırasında Ağrı, Kars, Dersim, Elazığ, Diyarbakır, Urfa ve Antep şehirlerini dolaşır, gruba yeni katılanlara perspektif verir, toplantılar düzenler ve geleceğe güçlü bir hazırlık yapmak için çalışmalar yürütür. Kürdistan’a yaptığı bu geziden sonra tekrar Ankara’ya döner Kısa bir süre sonra gelişen Namık kemal Ersun Darbesinin asıl olarak kendilerini hedeflediğini sezer ve yeni planlar geliştirir. 3 Haziran 77 tarihinde gerçekleşen bu darbeden sonra Öcalan’ın kaldığı eve baskın yapılır ve bazı arkadaşları tutuklanır. Kemal Pir ve Mustafa Karasu’nun tutuklandığı bu dönemde artık Ankara’da kalmak tehlikeli bir hal almıştır. Ankara’da bunlar yaşanırken Kürdistan’da süren çalışmalar bir partinin kurulmasına yöneliktir ve APOCU grup giderek büyümektedir. Bir yandan Kürt hareketleri diğer yandan da Türk sol güçleri ile çatışarak ilerleyen APOCULAR giderek artan bir kitle desteğine kavuşurlar.
alıntı...

? gerilla vol 2 23.07.2012 17:56 0