an itibariyle başlamış olduğum uğraş.
beyaz bir boşluk, henüz hiç kimse tarafından hissedilmemiş olan seviyelerdeki vücut ısısı ve mutlak bütünlük... tanrı olmalıyım, çünkü hiçbir şeye ihtiyacım yok, vücudumu hissetmiyorum bile, varlığından da haberdar değilim. tahminlerimden bile kısa süren hayranlık ve minnettarlığın yerini merak ve şüphe alıyor... bacaklarımın acıdığını hissediyorum, sadece damarlar ve lifler canlanıyor gözümde, acının arkasında bıraktığı izi görebiliyorum, bu bana ait bir acı ve kim olduğumu bile bilmiyorum?.. tanrı olmadığımdan eminim, çünkü kendimi kontrol edemiyorum, acıyı hissediyorum ve vücudumdaki bütün nöronları beyin reseptörlerimi bloke etmeleri için teker, teker ikna edip bu acıya bir son vermelerini sağlayabilmek için hayatımın geriye kalan bölümünü meditasyona hapsolmuş sonsuz bir trans halinde geçirebilirim, bir tanrı bunu asla yapmazdı. sonunda acının dineceğine inanmak dinsel bir delüzyondur, tanrılar kendi gerçeklerine inanır ve kendi delüzyonlarını empoze ederler, herkesin inandığı herhangi bir bilgi yalan olsa bile gerçektir. aslında önemli olan doğru veya yanlış değil, sadece gerçeklik kavramıdır.
aldığım her nefes bir sonraki oksijen toleransını güncelleyerek dozajı yükseltiyor, biraz daha nefes almak için nefesimi tutmalıyım biraz, matematiği getiriyor aklıma; hiçbir zaman başarılı olamadım. takip etmekte zorlanıyorum, konsantrasyon problemim var. nefes alamıyorum, herhangi bir planım bile yok... birilerinin konuştuğunu biliyorum ama henüz nasıl uyanacağımı çözemiyorum. napıyorum ben?.. öylece uzanıyor olmalıyım, kendimle olan fiziksel bağlarımı koparmış bir şekilde uzanıyorum ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum... yapmak kavramını yeniden anlamalıyım, bunu bir şekilde kendime anlatmalıyım. beynimin içinde bi yerlerde kendi kendimi sorgularken, akciğerlerimin en azından iki katı olmalarını hayal etmeme sebep olan, muhtemelen son nefesimi alıp oksijenin kimyasal tepkimesi sonucuyla gözlerimi açtığımda ellerim ve ayaklarım bir yatağa bağlanmış, yatağın çevresinde sıralanan birkaç tane de insan gördüm, her şey çok fazla beyazdı, boğucu ve soğuk, neredeyse ölümcül. nefes alamadığımı söylemeye çalıştım, gordon freeman'a benzeyen uzun boylu bir adam sakin olmamı istedi, ben de gayet sakin olduğumu, fakat nefes almakta zorluk yaşadığımı belirterek su istedim. dr. gordon, hemşirelerden birine su getirmesini söyledi ve açıklamaya başladı;
"şuan medisu özel hastanesinde, yoğun bakımdasın. aşırı doz eroin aldığın için koma halindeydin, biz de antidot olarak nalaxone verdik. eroinin etkilerini bloke ettiğimiz için yoksunluk sendromları yaşıyorsun, nefes alışverişin normal düzeylerde, herhangi bir sorun yok."
doktorun anlattıklarını dinlerken bilincimin tamamen aktif olduğunu fark ettim, sadece benliğimi kabul edemiyordum. o an hissettiğim dayanılmaz acı ve nefes almamdaki aksaklık nedeniyle aklımda sadece tek bir soru oluşmuştu;
"neden nalaxone verdiniz?.."
bana acı çektirdiklerini düşündüğümü hissetmiş olmalıydılar ki, doktor hemen cevapladı gülümseyerek;
"nalaxone vermezsek seni kaybedecektik, daha tanışamadık bile değil mi?.."
bir sonraki cümleye karar veremiyordum, ne diyebilirdim ki?.. kendi kimliğimi sorgularken kendimi nasıl tanıtabilirdim?.. en güncel anılarımı gösteren mini flashbackler yaşıyordum. intihar etmek için yoğun dozlarda eroin almıştım. gözümü kırptığımda birden yüzümün sol tarafının kuruduğunu hissettim, ellerimi çözmelerini, bilincimin tamamen kontrolüm altında olduğunu falan söyledim, kiminle konuştuğumu bile bilmiyordum aslında. sonra birileri gelip ellerimi çözdü ve refleks olarak sol elimle gözümü kontrol ettim, yaralanmıştım?.. nasıl olduğunu yada gözüktüğünü bilmiyordum, kendi kafamın içinde bile canlandıramadım, kanın bıraktığı kurak iz yanağıma kadar ilerliyordu, sonra ellerimi çözen hemşire kaşımı yardığımı söyledi, bir bardak su verip doktorun yanına gitti. suyu içtikten sonra pet bardağı yatağa atıp random uzanma pozisyonları denemeye başladım, en rahat olanına karar vermem gerekiyordu, fiziksel olarak dayanabileceğimden daha fazla acı hissediyordum ve oksijen, akciğerlerimi eriterek her nefeste daha da az etki etmeye başlamıştı. bir süre yatakta durmaksızın acıya odaklı bir düşünce akımıyla, fiziksel senkronizasyonumu sağlayıp kendimi cezalandırdıktan sonra hemşirenin adımı söylemesiyle tekrar gözlerimi açtım. kısa sürede hemen hemen her şeyi hatırlamaya başlamıştım, kendime ait bütün anılar, başkalarının anıları ve hayaller, insanlar, yüzleri ve söyledikleri, gizlice düşündükleri yada herkesin bildiği şeyleri, kim olduğumu falan hatırladım. zamanlama harikaydı, hemşire polislerin gelip ifade alacaklarını, bilincimin aktif olup/olmadığını sormuştu. gülümseyerek "sorun yok, istedikleri zaman ifade verebilirim, bilincim tamamen kontrolüm altında." dedim ve tekrar yatağa uzandım.
sonsuza kadar uzandım, şuana kadar denenmiş olan bütün pozisyonlarda, jimnastik oluşumun tüm aşamalarını denedim, sıfırdan başlayarak aklıma gelen bütün şekilleri ve sembolleri denedim, denemeye devam etmek zorunda olduğumu da biliyordum zaten, hiçbir şey yapmadan öylece orda uzanıp bekleyemezdim, acı çekerek beklemem gerekiyordu. bir an olsun aklımdan çıkmayan acıyı daha önce onlarca farklı durumda kontrol altına almıştım, iğneden falan da korkmuyordum, insan bedenini kesmekten de... ama bu seferki çok farklı, daha yoğun ve siyah, parlak ve yapışkan, gözüktüğünden çok daha ağır bir yük. kurtulmam için sürekli denemek zorundayım, her tarafımı kapladığı taktirde bir daha asla içinden çıkamayacağımı hissetmemi sağlayan bi acı, birkaç mg diazepam enjeksiyonu için yalvarıcaktım, yaşam mücadelesini çoktan bırakmıştım zaten, kendimle savaşmak anlamsızdı. tüm enerjimi kollarıma vererek yataktan doğruldum ve hemşireyi çağırdım, tam o sırada polisler yoğun bakım odasına girmişti, dr. gordon'la konuşuyorlardı. diazepam'dan bahsetmek için doğru bi zaman değildi, o yüzden sadece su istedim ve polislerin yatağıma gelmesini bekledim. en sevdiğim t-shirt'ümü kesmişlerdi, altımdaki şortu da zor kurtarmıştım, bilincimi zar zor bir araya getirip "bir saniye" diyerek kendim çıkarmıştım, çıkarken parasını almayacağıma göre, uyurken de şortumu kaybetmek istemedim, zira evsiz ve parasız biriydim, aile bağlarından da kurtulmuştum çoktan. suyu tek seferde bitirip bardağı yine yatağın içine, diğerinin yanına attım. bir an önce gelmelerini istiyordum, çünkü kim olduğumdan emindim. hiç kimse olmadığım için de olması gerekenden fazla rahattım. ~ödevini neden yapmadın?~ sorusunu yanıtlarken hissettiğim sorumsuzluğu ve hiçbir şey olmayacağına olan inancımı destekleyen tecrübeyi kullanıyordum, heyecanlanmam için bir fırsatım bile olmadı, kim olduğumdan ve ne yaptığımdan emindim.
bölüm 1, kimlik;
nasıl? xd
sen yaz ben filmini çekiyim , kenan abide tekerlekli sandalyesinde alkış yapsın
o kenan olacak aptal orosbu çocuğunu vitrin mankenliği yağtığı mağazada yakalayıp müşterilerin önünde sikecem
kimdir bilmiyorum ama belki ben de nefret ediyorumdur, hayat bizi buna zorladı, aramız bozuk yani herhangi bi bağımız olmamasına rağmen xd
@leblebi: cyberpunk bi hikaye düşünüyorum kanki, cidden ciddiysen fikir alışverişi alınır/satılır. zaman kavramında değişiklikler yaşanıcak, yakın geleck(hepimizin yaşayabilme potansiyeli olan bi süre, uzay çağı değil yani) içinde ilerleme olucak, robotlara falan giricek olay. diğer seçenek de bu tarz bi biyografi gibi bi şey. bilim kurguya bağlasak mı yoksa böyle devam mı etse falan bunları düşünüyorum, bilim kurgu olursa uzatabilriz çünkü sonsuza kadar xd
doktorla konuştuktan sonra yanından ayrılıp yatağıma doğru gelen 2 polis memurunu görünce bağdaş kurup oturdum. yanıma geldiklerinde benden daha heyecanlı gözüküyorlardı, genç olan polis sanki ilk kez bi intihar vakasıyla karşılaşmıştı, göz temasından kaçınıp, tüm sorumluluğu diğer polisin üstlenmesini bekliyordu. aralarındaki anlaşmazlığı dile getirebilecek durumda olan kimse yoktu, o yüzden ben başladım sorguya, zaten yeterinden fazla sıkılmıştım, bir an önce çıkıp yeniden takılmayı planlıyordum.
"merhaba, ifade verebilecek durumdayım, istediğiniz zaman başlayabiliriz." dedim ve gülümsedim, işlerini kolaylaştırmak için elimden gelenin fazlasını yapmak için can attığımı ifade ettim.
onlar da birbirlerine bakıp, kağıt/kalem tarzı şeyler çıkardılar yanlarındaki çantadan, polislerden biri kalemi eline aldı ve sorguya başladı;
"adın ne? uyuşturucuyu nerden temin ettin? kimden aldın? neden intihar kararı verdin? ailen nerde? kimsin? neden böyle bir şey yaptın?.."
elimden geldiğince geçiştirerek tüm soruları yanıtladım, onlara ailemle kavga ettiğimi, artık birlikte yaşamadığımı, arkadaşımın evinde kaldığımı ve laptop'ımı satarak aldığım son uyuşturucuyla da intihar etmeye çalıştığımı söyledim. bu senaryoya göre en fazla denetimli serbestlik alacaktım, nezarette bile yatmadan hem de...
ifadeyi verdikten sonra hala hastanede ne yaptığımı düşünmeye başlamıştım, kendimi büyük bi boşlukta hissettim, zamanın içine hapsolmuştum ve acı git gide artıyordu, yoksunluğun ilk saatlerindeydim, beynimdeki bütün reseptörler her şeyi daha da boktan bi konuma taşımak için birbirini ezerek gereken tüm kimyayı salgılıyordu. sol ayağımla taşak geçen kramp, her tekrarında bir öncekinden daha uzun bir süre etki sağlayıp, sıklığını artırarak ilerlediği için bir noktadan sonra sinir bozmaya başlamıştı, hemşireyi çağırıp bana diazepam enjeksiyonu yapmasını talep ettim.
biraz tartıştıktan sonra dr. gordon'u da işe bulaştırarak diazepamı onaylattım. dayatılmış placebo ve benzodiazepinlerin bilinç dışı rahatlatıcı etkisiyle biraz da olsa kendimi iyi hissetmeye başlamıştım, yeni bir soru sorabilecek statüye ulaştığımdaysa hemen yatağımdan kalkıp taburcu olmak istediğimi söylemek için bi hemşireye doğru yöneldim. panikle üzerime doğru koştu ve damar yolunu açmak için kullandıkları plastik tüpleri çıkarmamı engellemek için sarılarak kollarımı kavradı, ne yaptığını tam olarak anlamamıştım, kendimi iyi hissediyordum ve gitmek istedim sadece, o kadar da egzotik bir dilek sayılmaz... beni serbest bırakması için sakin olduğumu ve söylediklerini yapacağımı belirttikten sonra yatağa oturdum. neden durdurduğunu merak etmiştim, herhangi bi sorun olup/olmadığını sordum. o da;
"henüz yoğun bakım ünitesindesin, o yüzden seni burdan direkt taburcu edemiyoruz. bu gece de burda kalırsan yarın psikiyatri polikliniğine taburcu edilip, ordan da evine gidebilirsin. anlıyorsun değil mi? benim de yapabileceğim bir şey yok, psikiyatriden bir hastanın taburcu edilmesini beklemek zorundayız."
dedi, sürekli gülümsedi bunları anlatırken, sanki bir hayaletle konuşuyordu, gerçek duygularından arınmış bir şekilde gülümsüyordu ama aslında kötü bir haber veriyordu... hemşirenin duygusal reaksiyonu çocukken gördüğüm kabusları getirmişti aklıma, barbie bebekler... yaklaşık 3 yada 4 yaşımdayken elimde bir barbie'yle odama giderken, salondan babamın bana seslendiğini duyunca, ne istediğini öğrenmek için yanına gittim. bir arkadaşıyla alkol muhabbeti yapıyorlardı, beni yanına çağırıp elimdeki oyuncağı istedi. oyuncağı aldığında "erkek adam barbie bebekle oynar mı?.. sen ne biçim bir çocuksun, araban silahın askerlerin falan yok mu? bununla mı oynuyorsun bütün gün?.." tarzı şeyler söyleyerek elindeki barbie bebeğini kavrayıp, tek hamlede çevirerek kopardığı kafasını önüme fırlattı... barbie'nin kafası yuvarlanarak ayaklarımın ucuna kadar gelmişti... ve bir anlık da olsa sonsuza kadar cansız bir oyuncağın donuk bakışlarıyla göz göze geldim. o anı bir daha asla unutamayacağımdan emin olarak beynimi tekrar yeniledim, hala bana bakıyordu ve yüzünde o anlamsız gülümseme vardı. yaklaşık 10 yaşıma gelene kadar her gece barbie oyuncaklarıyla ilgili kabuslar görüp, uyandığımda da odamın etrafında, kapının üzerinde ve bazen de annemle birlikte yattığımız yastıkların tam ortasında bekleyen halüsinasyonlarla devam ediyordum geceye, bir keresinde annemden yastıklarımızın arasında uzanan bir bebeği öldürmesini istemiştim, o da eliyle boşluğa vurup bebeği çizgi filmlerdeki gibi preslemişti. yataktan alıp çöpe atmak için mutfağa gittiğimizde anlık bir irkilme sonucu bebeği pencereden atmaya karar verdim, bir şekilde çöpün içinden çıkıp geri gelebilme potansiyeli bile uykumu kaçırmak için yeterliyken, problemi tamamen çözmeden yatağıma dönüp hiçbir şey düşünmeden tekrar uykuya dalmam söz konusu bile olamazdı. gerçek anlamda korktuğun zaman uyanırsın, sanırım insanlar bu yüzden korktukları sürece uyuyamazlar, çünkü uyku kabullenmektir.
uzun bir süre yoğun dozlarda kimyevi kokular soluduğum için, kapıdan içeri giren yemek tabldotlarının içindeki yemekleri görmeden uyanmıştım, çok güzel koktuklarını biliyordum, muhtemelen ne koktuğunu da biliyordum ama o anda yemek kokularını birbirlerinden ayrıştırma işlemini gerçekleştiremeyecek kadar açtım ve iştahım tabldotları getiren şişman kadının attığı her adımda daha da artarak, beni bir an önce henüz duymadığım bir soruyu cevaplamaya itti; "evet."
ne soracağından emindim, tabi ki açtım ve yemek istiyordum, bu cömert teklifi reddedemezdim, zira yataktan kalkıp bir kek alabilecek durumda değildim, hem fiziksel, hem de ekonomik açıdan. yemeğimi yedikten sonra tekrar ağrılarımdan şikayet edip diazepam istedim. yeniden yapmaları için belirli bir süre geçmesi gerektiğini, şuan yapabileceğim en doğru şeyin uyumak olduğunu falan söylediler, ben de bitirmelerini bile beklemeden yerime uzandım ve doğmak üzere olan bir fetüs gibi kıvranmaya başladım, tüyler ürpertici derecede hızlı ve sürekli bir biçimde.
tekrar uyandığımda hemşirelerle biraz konuştuktan sonra aradan tam 4 günün geçtiğini öğrendim. artık herhangi bir ağrı yoktu, sadece minimal seviyelerde bir sızı, kasların yoğun aktivasyonundan sonraki enerji kaybını hissediyordum. birkaç saat oyalanıp, sohbet ederek "kaynaştıktan" sonra gelen telefonla tüm konsantrasyonumu yitirdim, sadece telefondan duyabilme ihtimalim olan sesin ne söyleyeceğine odaklanmıştım, arayan kişinin psikiyatri polikliniğinden olduğunu belli edecek herhangi bir cümle bile yeterliydi. kısa bir konuşmanın ardından hemşire telefonu kapattı ve psikiyatri polikliniğine transfer edileceğimin haberini verdi. bir an için çok mutlu olmuştum, sonra orda ne kadar kalmam gerektiğini düşünmeye başladım, bu konuda baya endişeliydim çünkü birkaç kez yatmıştım psikiyatrik polikliniklerde, en kısası 2 hafta sürmüştü ama bu yine de ümitsizliğe kapılmamı sağlayacak kadar geçerli bir tecrübe sayılmazdı, çünkü bu sefer daha gerçekçi bir senaryom vardı, taburcu olmak istediğimi beyan edip, imzalayarak gerçek kılabilecek bilince sahiptim. kim olduğumun ve ne yaptığımın farkındaydım, sadece bunu diğer insanlara aktarmak zorundaydım ve parçaları doğru birleştirdiğim taktirde başarı oranım, olasılıktan daha yüksek bir ihtimale sahipti.
her şey kafamda tasarladığım gibi gelişti, psikiyatri polikliniğine gider gitmez karşıma çıkan ilk hemşireye yoğun bakımda olduğum için taburcu edilemediğimden bu üniteye gönderildiğimi ve artık hastaneyi terk edebilecek bilince sahip olduğumu anlattım, kısa bir süre tartıştıktan sonra psikiyatri doktoruyla görüşmem gerektiğini söyledi. uzun saçlı bir herif geldi, durumumu sordu, durumun farkında olup/olmadığımı yokladı ve ekledi, "eğer bir gün gerçekten de bırakmayı düşünürsen yanıma gelebilirsin, elimden gelen bütün yardımı sağlarım." samimiyetsizliğini derinden hissedebiliyordum, ben de uyum sağlamak için gülümseyip teklifini dikkate alacağımı söyledim ve birlikte taburcu olmam için gereken formu imzalamaya gittik. yakın bir gelecekte adamın güvenilirliğini test etme fırsatım olacaktı ama bir an için bile yardım edebileceğine inanmadım, hastaneden çıktığımda iki çift ayakkabı, bir şort, bir t-shirt, bir çanta(birkaç giysi, diş fırçası, iki enjektör, biraz limon tuzu, yüzlerce mg olanzapin, 2 şişe lityum, bir kutu rivotril) ve her ne kadar boktan olsa da kulaklıklarımla, sony xperia telefonum vardı. tam olarak buydum, birkaç atom ve biraz da enerji, başlamak için maddeyi enerjiye dönüştürmem gerekiyordu, bunun için de yapılabilecek ilk hamle telefonumu satmaktı.
150 lira teklif eden birine "eğer daha fazla veren olmazsa geri gelirim" diyip serüvene başladım, adam çok ısrar etmişti, bir yakını istemiş bu yakınlarda, o yüzden olayı 150 liraya kapatmanın peşinde. ben de adamın işini görmek istediğimi, fakat paraya karmadan daha fazla ihtiyacım olduğu için önce şansımı denemeyi tercih ettiğimi söyledim. adamın dediği gibi de oldu zaten, kimse 150'den fazla vermek istemiyordu, ta ki ulaşmam gereken noktaya varana kadar. adama senaryoyu biraz editleyerek anlattım, kira ödemem gerektiğini, ev arkadaşımın ailesinin yanına döndüğünü ve çok kritik bir durumda olduğumu falan işte, o da zaten tüm kalbiyle inanmıştı. 170 lirada anlaştık, ben de baştaki adama dönmedim... açıkçası 20 lira, 20 liradır, adamın hayır duasını alacak değildim zaten, alsam da bunun bana herhangi bir dönüşü olacağına inanmamıştım hiç. artık kim olduğumdan emindim, 170 liraydım. yaklaşık 2 gün non-stop takılabilir yada parayı herhangi bir adım atmak için değerlendirebilirdim...
tabi ki yapmadım, para bir günün içinde bitti ve evinde takıldığım torbacıyla yaşamaya başladım. kardeşiyle birlikte toplam üç kişiydik, uzun bir süre de birlikte kaldık. o an ben de bir torbacıydım, hırsızlık da yaptım. kimliğimi takip etmekte zorlanıyordum, evimizde internet bile yoktu. hayatımın en zor dönemlerinden biriydi ama en azından son dönemi olmadı, hatta iyimser yaklaşacak olursak yakın bir gelecekte tecrübe olarak kullanacağım bir birikim bile sayılabilirdi.
asdfa hikayenin devamını unuttum lan xd bunu yazarken 2. bölüme ne geliceğini falan planlamıştım yani, şuan aklıma bile gelmiyo mk xd
bebek kısmını okuyunca duygulandım neden çünkü küçükken üst katımızda ev sahibi oturuyordu çocuğu vardı benle yaşıt minübüsüm vardı küçük çok seviyordum neyse bu eleman(adı giray) aldı arabayı evine götürdü annesi baktı orospu bişey demedi annem de evsahibi olduğu için karışmadı heralde tam hatırlamıyom neyse bana mutfakta yemek yedirmeye çalışıyorlardı balkona kafamı bi çevirdim minibüsün düşüşünü seyrettim orospu çocuğu fırlattı balkondan aşağıya gözünü kırpmadan.
bir keresinde olayla alakalı rüyamda polisler dolmuşa bindiriyordu beni evet o dolmuştu :( çünkü minibüsün camında salak salak resimler vardı aynı oyuncaktaki gibi. o olayın yaşandığı mahallemize götürdüler beni polisler neden buraya getirdiniz dedim kaçtım aralarından. koşturdum baktım etrafa, tanıdığım bi tek girayların evi vardı. bunların evine sığındım eve girdim çocuk salak salak şeyler yapıyordu özürlü gibi. annesi babası ağlıyordu utanıyordu benim onu görmemden. intikamımı aldığımı hissedince polisler gitti mi diye kontrol etmek için dışarı çıktım, halbuki intikam almak için gelmemiştim oraya. geldiler yanıma ama kaçmadım, biz polis değiliz al araba senin olsun diyip hepsi yüzünden maske çıkarıp dağıldılar sonra minibüse bakıp uyandım.
eh amk 15 dk da yazmışım bunu vay anasını satayım bu kadar zor muydu lan 2 paragraf yazıyı yazmak
@aciz: okdum tabi amına kodumun çocuk tacizcisi sen de rüyalarında çocuklk travmalarını görüyor musun?