linç anası sikik götü boklu low lifelar, low profiller için vazgeçilmez bir vahşettir

tam bunu düşünüyordum ki sadık ustanın "Güruh olunduğu için linçe başvurulmaz, linçe başvurulduğu için güruh haline gelinir. En çok gözden kaçırılan olgu budur, ne yazık ki." cümlesini okudum. her halükarda rezalet bir şey ve anasını siktimin sosyal medyası bu götü boklular tarafından ablukaya alındığı için her geçen gün daha bir rezilleşmeye, soytarılığa daha şahit oluyorum, çözüm bunların anasını avradını sikmek, toplu katliam

? martin haydegel 10.09.2018 16:42 0

Küçük bir İngiliz kasabası.

Evinde sakladığı bir “katili” linççilere teslim etmeye yanaşmayan matematik öğretmeni David Summer, karısı Amy’e şunları söyler:

- Şu dışardaki silahlı adamları çok iyi anlıyorum, söz konusu olan benim çocuğum olsaydı aynısını yapardım... Ama yaptıkları yasalara aykırı. Onun (katilin) da yaşamaya hakkı var.

- Sadece Niels (katil)’i istiyorlar, ver onu!

-Ama onu öldürmek istiyorlar.

-Beni ilgilendirmez.

-Bu senin için önemli değil mi?

-Hayır, hiçbir önemi yok.

...

-Hayır, bunu yapamam. Onu teslim edemem, çünkü bu ev benim evim. Çünkü ben, bu evim. Bu evde ona şiddet uygulanmasına izin veremem...

Straw Dogs, bir linç durumu üzerine inşa edilmiş bir kült filmdir. Film herkesi, insanoğlunu sınava tabi tutar. Toplumların nasıl kolaylıkla linç kültürüne kapılabildiklerini çok iyi anlatan bir filmdir Straw Dogs.

Büyük kentlerin şiddetinden kaçarak İngiliz eşinin kasabasına yerleşen Amerikalı matematik öğretmeni David Summer, burada huzur bulacağını ummaktadır. Ancak kısa bir süre sonra çok yanıldığını anlayacaktır.

Silahlı adamlardan oluşan bir grup adam, genç bir kızı öldüren kasabanın delisini sığındığı evden alabilmek için bir öğretmen olan David’in kapısına dayanır ve

David ile linççiler arasında bir ölüm kalım savaşı başlar. Tabii ki bu sadece ölüm kalım savaşı değildir; ilkelerin, ahlaki normların, bilinçlerin, sorumlulukların ve vicdanların da savaşıdır.

Filmin sonu bellidir.

David, sadece suçluyu canı pahasına korumaz, aynı zamanda izleyiciye yaşamın en kritik anında yapılması gerekeni de hatırlatır.

John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanını okumayanımız yoktur. Bir çiftlikte gündelikçi olarak çalışan George, yanından ayırmadığı zeka özürlü arkadaşı Lenni’yi linççilere teslim etmemek için kendisi öldürür.

Lenni, çiftliğin güzel hanımını istemeden öldürür. Kadının ölümünün duyulmasıyla birlikte silahlı ve köpekli adamların katıldığı bir sürek avı başlar. Sorumluluk bilincinin yarı sıra muhteşem bir vicdana sahip olan George ise ilkelerine bağlı olan dürüst bir emekçidir.

Bu saydığımız linç olayları kişiselleştirilmiş linçin kültürel boyutunu, yani insan olmaktan kaynaklanan boyutunu gözler önüne serer.

Bir de siyasi, dini ve etnik nedeni olan linç olayları vardır. Kuşkusuz ülkemizdeki en ünlü linç olayı, Rum kökenli yurttaşlara karşı düzenlenmiş 5-6 Eylül olaylarıdır. Devlet kurumlarının, kalem erbabının da içinde olduğu bu olayda iki gün içinde 20’ye yakın yurttaşımız öldürülmüş, 50’nin üzerinde kadına tecavüz edilmiş, yüzlerce iş yeri ve ev yakılmıştır. Benzeri bir olay 1978 yılında bu kez de Maraş’ta, ama birkaç kat daha ağır bir şekilde, yaşanır. Bu linç olaylarıyla birlikte toplumun ilkeleri ve ahlaki dokusu çürütülür ki birazdan ona geleceğiz.

Neden Linç? Linç olayına neden değiniyoruz?

Sanki dünyanın çivisi çıkmış gibi… Gün geçmiyor ki gazeteler Latin Amerika’da, Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da ve ülkemizde yaşanan bir linç olayından bahsetmesin.

Vahim bir durumdur bu ve kültürel bir eğilim olarak toplumun bütün katmanlarına günden güne yayılmaktadır.

LİNÇİN KÜLTÜREL ZEMİNİ VE AMACI

Linç olayı, bir toplumsal cinnet halidir. Kökeninde ideolojik, siyasi, kültürel nedenler ve amaçlar yatar.

Çoğunlukla ölümle biten linç olaylarında, cinnet halindeki insanlar, yasaları kendi hesaplarına göre uygulamak isterler.

Linç kavramını sözlükler şöyle tanımlar: Linç, “Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine göre suç olan davranışta bulunmuş birini yumruk, taş, sopa gibi araçlarla döve döve öldürmesi” olayıdır.

Linç kültürü bulaşıcı bir hastalıktır.

Pençesine yakasını kaptıranlar ondan kolay kolay kurtulamaz.

Linç, insanların “kendilerinden olmayanlara uyguladıkları, sadece cezalandırmak amacıyla değil, aynı zamanda emsal oluşturmak için de başvurdukları bir eylemdir.”

Linç olaylarını tetikleyen olayların, olguların, vakaların toplumsal ve şahsi altyapısı vardır. Bazen işin içine tamamen kurguya veya provokasyona dayanan bir gerekçe de katılır. Böylece linççiler açısından bir “haklılık” zemini oluşturulur.

Hiçbir linççi, linççi olduğunu kabul etmez. Hatta linççiler, diğer linç olaylarını kabul edilemez bulurlar, ama ısrarla kendi eylemlerinin haklı olduğunu iddia ederler.

Fakat hepsi aynı kumaştan dokunur ve aynı kültürel-insani zaaftan beslenir.

Ülkede adalet sisteminin bozulması veya iktidarın bilinçli olarak toplumun bir kesimini ortalığa sürmesi, toplumda sadece adalete olan inancı yok etmez; aynı zamanda toplumun geri kalan dürüst kesimlerini ve ahlaken kusursuz olan iyilerini de pençesine alarak bozar.

Burada belli ve somut bir linç olayından; yani siyasi, kültürel ve insani gerekçesi olan linç vakalarından bahsetmiyoruz. Hepsine birden, topunun ortak özelliklerinden hareketle mercek tutmaya çalışıyoruz.

Toplumun “normal” insanları, “mademki adalet terazisinin ayarı bozulmuştur, o zaman kantarın ayarını yeniden düzeltmek de bizim işimizdir” diyerek harekete geçmektedirler. Bozulan iktidarlar ve kurumlar sadece toplumun adalete olan güvenini yıkıma uğratmazlar, aynı zamanda yapı itibarıyla linççi olmayanları da bozarak kendisine benzetirler. Bir salgın hastalık gibi yukarıdan aşağıya doğru yayılır linç kültürü.

Kamplaşan toplumda, mahallede, sokakta ve işyerinde herkes bu hastalığa orasından burasından bulaşarak çürümeye başlar.

Siyasi kamplaşma, terör olayları, işkence, devlet şiddeti, tecavüz, çocuk istismarı, öldürme, yaralama, hayvanlara eziyet ve hırsızlık gibi olayları eylemlerinin gerekçesi haline getiren linç uygulayıcıları, muhataplarına sadece fiziki şiddet uygulamazlar aynı zamanda eylemlerine manevi yönden en ağır aşağılamayı da katarak sürdürürler.

Linç olayıyla birlikte hedefteki şahıs veya şahısların kimliği bütünüyle hedef alınır.

Örneğin şahıs, sokakta çıplak dolaştırılarak, edep yerleri açıkta bırakılarak, herkesin tokat atacağı, tüküreceği veya yumruk sallayacağı mesafede yürütülerek, yani şahıs her an ölümle burun buruna getirilerek ama ölüm süreci uzatılarak bir nevi doğduğuna bin pişman edilir.

Siyasi gerekçeyle yaratılan linç ortamları içinde Nazilerinki “kusursuzdur”.

Naziler hedef aldıkları Yahudilere çok güçlü müshil ilacı vererek sokaklarda saatlerce dolaştırırlarmış. Şiddetli ishale kapılan Yahudiler en gülünç şekilde “rezil” edilirlermiş. “Rezil etme tutumu”, linçin en önemli araçlarından, unsurlarından biridir.

Linç olayında ölüm, en uç noktadadır.

Bilim camiası, ölüm noktasına gelmeyen eylemleri de “linç” olarak tanımlamaktadır.

Sosyal bilimler, linç sürecini incelerken bir unsuru özellikle vurgular: slogan ve ajitasyon. Linç çoğunlukla “kalem erbabının” işaret fişeğini yakmasıyla başlar. Eğer olay, devlet politikasının yararınaysa, o zaman linç olayı devlet katında bile planlanabilir. En azından “galeyana gelmiş” bir kitle yaratılarak ahalinin önü açılır.

Linç olayı başladığı andan itibaren, uygulanan şiddetin yönteminde bir tırmanma baş gösterir. Linçin merkezine her yaklaşan, hale hale şiddetin dozunu artırarak devam ettirir. Bunlar ara sıra aleve benzin dökme işlevini yerine getiren provokatörlerdir.

Kim ne kadar ağır ifade kullanırsa, bu, onun çok duyarlı ve bağrının da çok yandığını gösterir! En son 78 yaşında ölen Kürt kökenli bir yurttaşımızın mezarından çıkartılması gibi. Mezarları ayrılan toplulukları, etnik yapıları hiçbir idari-dikiş birleştiremez. Herkes bulunduğu yerde biçimlenerek birbirine düşman olur ve ayrışır.

Bu esnada “Vurun şerefsize, vurun kahpeye, daha ne duruyorsunuz!” diye haykıranların sesleri özellikle gür çıkar...

Linççilerin amacı, “suçun” saptanması ve cezalandırılması değildir. Çünkü hüküm çoktan verilmiştir. Artık sadece ceza işlemi yerine getirilmelidir.

Buna o anda kim karşı çıkabilir ki? Karşı çıkanlar sadece susturulmazlar, bazen onlar da şiddetten nasibini alırlar. Bırakalım “Masumiyet Karinesini” hatırlatmayı, genel anlamda hak, hukuk ve yasayı vurgulayanlar bile “suçluyu koruyan”, olay karşısında “ıstırap duymayan”, “empati yapmayan” ve bir yönüyle suça ortak olan gizli destekçilerdir. Gerektiğinde onlar da ortadan kaldırılmalıdır. Dava avukatlarına saldırılmasının sebebi de bu anlayıştır.

Onlara göre hukuk “iyi” işlememekte, suçlu layığınca cezalandırılmamaktadır.

Hatta o kişiler, “normal hukuku” bile hak etmeyecek derecede aşağılık şahıslardır, en iyi ihtimalle insan bile olmayan mahluklardır. Onlara göre şahıs, insanca bir muameleyi hak etmemektedir.

LİNÇİN TERİMİNİN KAYNAĞI

Linç, modern bir sözcüktür.

Ansiklopediler terimin, Amerikan iç savaşından sonra ırkçı Ku Klux Klan gruplarının, siyahlara uyguladığı şiddetten sonra ortaya çıktığını belirtiyorlar.

Dolayısıyla linç olayı, kitlesel açıdan kabul gören, hatta toplumun belli bir kesiminde meşruiyeti sorgulanmayan bir pratik olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle linç sözcüğünün yanı sıra bir de Almancadan gelen “selbsjustiz”, yani herkesin hukuku kendi eline aldığı bir “linç hukuku” ortaya çıkar.

Kavramın, üçü yargıç olan dört tarihsel şahıstan kaynaklandığı düşünülmektedir.

- 15. yüzyılda İrlanda’nın Galway kasabasında cinayet zanlısı oğlunu mahkum ettikten sonra evinin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla ünlü yargıç James Lynch...

- 16. yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina’da olağanüstü sertliğiyle ünlenmiş bir yargıç olan John Lynch...

- 18. yüzyılda Amerikan bağımsızlık savaşında gerek İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” gerekse her adi suç zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçlatarak, cezalandıran yargıç Charles Lynch...

- 19. yüzyıl başlarında Pittsylvania kentinde, bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak üzere milis örgütleyen William Lynch... Kendisi yargıç değildir.

LİNÇİN DİYALEKTİĞİ

Linç, kalabalıkların az olanları zorbaca çiğnemesidir –bazen de tek bir şahsı.

Linç, korumasız, çaresiz durumdakine saldırmaktır. Köşeye kıstırılmış, kuşatılmış olana çullanmaktır... Yerdekine bir tekme savurmaktır...

Bireysel sorumluluk üstlenmeden, kalabalığın koynuna sığınarak, “anonim” bir cürmün gölgesine saklanarak eylemini gerçekleştirmektir...

Kökleri tarihin derinlerine kadar giden linç kültürü, kalabalıkların başıbozuk hareketleridir. Sosyal bilimcilerin de çok önem verdikleri bir konudur bu. Kalabalığın koynuna sığınmış, “anonimleşmiş” eylemcinin ruh hali, kitle içindeki psikoloji biliminin en önemli araştırma alanıdır.

Bu araştırmanın, daha doğrusu merakın kökeni çok eskilere kadar gider. Antikçağdan bu yana düşünürler, bireylerin ve kalabalıkların eylem (siyasi de olabilir) esnasındaki bilinçlerini araştırıp durmuşlardır (Bkz. Erwin Rohde, Psyche, Kröner Verlag).

19. yüzyılda bu işin piri Gustave Le Bon’dur. Psychologie des foules (Kitlelerin Ruh Hali) bu alanda bir klasiktir. Sonra onu Sigmund Freud (Massenpsychologie und Ich-Analyse) ve Wilhelm Reich (Die Massenpsychologie des Faschismus) takip eder.

Dikkat edilirse şu ana kadar linçten bahsederken “kalabalıklar”, “kitleler”, “topluluk” ve “ahali” terimlerini kullandık. Lümpenler, ipini koparmışlar ve hatta güruh bile demedik ki bu çok kullanılır. Ancak bu terimlerin hepsi yanıltıcıdır, çünkü gerçekliği tam olarak ifade etmezler.

Linçi, toplum katında saygın, okumuş yazmış, işinde gücünde olan, günlük yaşamlarında düzgün, “kusuru olmayan” mazbut insanlar uygular.

Ama...

Linç olayı, bütün katılımcıların kişiliklerinde ve karakter yapılarında diyalektik süreçte derin bir tahribata neden olur.

Linç vakası kitleleri, toplumun saygın bireylerini eylem sürecinde lümpenleştirir, onları güruh haline getirir.

Linç anı, örgütlü toplumun en çok çözülmeye uğradığı ve dağıldığı andır. Linç topluluğu, güruh haline gelmiş topluluktur.

Linç kültürü, güruh kültürüdür.

Güruh olunduğu için linçe başvurulmaz, linçe başvurulduğu için güruh haline gelinir. En çok gözden kaçırılan olgu budur, ne yazık ki.

Linçle birlikte birey de yok olur. Bireyin aşağılanması ve baskı altına alınması iki açıdan etkisini gösterir: Hedef kitle içindeki insanlar/bireyler baskı altına alınarak, korkutularak, aşağılanarak, rezil rüsva edilerek kişiliksizleştirilirler.

Ama aynı zamanda linçi uygulayan birey de süreç içinde baskıya teslim olarak, özgür iradesini ve bilincini kaybederek, bir bakıma sürüleşerek aşağılanmış ve kişiliksizleştirilmiş olur.

Linç fenomeni, insanlık ve uygarlık değerlerinin eylem içinde tüketildiği momenttir.

Birey; düşünsel, ahlaki ve karakter olarak dönüşüme uğratılır.

Linç sürecine katılmış her bir birey, artık birey olmaktan çıkarak güruhun bir parçası haline gelir. Esasen linç olayının kendisi, saygın toplumları çürüterek güruh haline getirir. Hem yapanlar hem de muhatap olanlar kamplaşma sürecinde insan olmaktan çıkarılır.

Linçin insanı dehşete düşüren, düşürmesi gereken esas yanı budur.

İnsan topluluklarının güruh haline gelmesi sürek avıyla başlar. Şahsın veya hedef kitlenin izi sürülür, ortalığa sürülecek yeni malzemeler bulunur, yeni taktikler ve stratejiler belirlenir. Ortalığa silahlı adamlar ve köpekler salınır.

Bir siyasi kamplaşmayla, bir insanın öldürülmesiyle, tecavüz vakasıyla; bir çocuğun istismar edilmesiyle, hayvanların eziyete uğratılmasıyla başlayan sürek avında herkes barbarlaşır. İnsan onuruna olan saygı tamamen yitirilir.

İnsan onurunu ayaklar altına alanların kendi onurları da yerlerde sürünür.

Linç fenomeni hedefteki şahsı değil, en çok uygulayanların kendilerini vurur. Birey ve bireyde simgeleşen özgür irade, yaratıcılık, vicdanlı davranış ve eleştirel akıl bütünüyle yok olur gider. Bu aynı zamanda, bireyin sorumluluk bilincinin aşınmasına ve sonra da bütünüyle yok olmasına neden olur.

Güruh haline gelirken aşamalardan geçilir. Birey, linçle birlikte şahsi kimliğini de kaybeder; sorumluluk bilincinden uzaklaşır, duygularının ve sürü psikolojisinin esiri haline gelir.

SOSYAL MEDYADA LİNÇ OLGUSU

Linçe katılan zavallılaşmış vicdanın yerini, bu kez her şeyi kabul etmeye hazır ezik bireylerin kompleksleri alır.

Türkiye’de her gün yeni bir linç olayıyla karşı karşıyayız.

Bunun bir de henüz sosyal bilimler tarafından etraflıca incelenmemiş olan sosyal medya ayağı vardır.

Sosyal medyanın öne çıkmasıyla birlikte artık fiilen yapılamayan linç girişimleri sosyal medya üzerinden yürütülmektedir. En tehlikeli linç alanlarından biri de kuşkusuz bu alandır. Çünkü bu alanda aktif olan linçci kitle, daha “anonimdir”, daha sinsidir ve daha az sorumluluk sahibidir. Dolayısıyla daha az hesap vermek durumundadır.

Sosyal medyada yürütülen linç girişimleri de yukarıda bahsettiğimiz gibi bir işaret fişeğiyle başlatılmaktadır. Doğal olarak bu türden girişimlerin başını çekenlerin ellerinde benzin bidonları, taş ve sopa olmaz; ancak sosyal medyada harekete geçirebilecekleri binlerce takipçileri vardır. Herkesin lanetlediği ve açık olan linç girişimleri artık sosyal medyada örgütlenmektedir.

Eşek arılarının bir et parçasına üşüşmesi gibi bir olaya üşüşür, işi bitirdikten sonra da yeni bir olayda buluşmak için dağılırlar.

Sosyal medya aktivistleri, çoğunlukla linç girişimiyle duyarlılık bilincini karıştırmaktadırlar. Duyarlılık bilinci yerinde bir davranıştır; doğru bir eylemdir, ancak geçilmemesi gereken eşikler geçildiği anda, yani hedef alınan kitlenin, şahsın doğrudan bedeni, kişiliği, mesleği, toplumsal kökeni, dini, çalıştığı iş yeri, ailesi ve toplumsal konumu hedef alındığı anda bu eylem, bir linç girişimine dönüşür. Bu nedenle de sosyal medyada yürütülen linç girişimleri, fiili linç girişimlerinden daha tehlikelidir, çünkü anonimleşen kitleler daha kolay provoke edilebilmektedir.

Sosyal medya alanı, linç kültürünün çok hızlı yayılabildiği kurumuş bir bozkır gibidir. Bu yüzden de çok tehlikelidir. Çünkü kısa bir süre sonra o ateş herkesi yakabilecek bir boyuta ulaşır.

Yakanın kendisi, hep başkasının yanacağı varsayımından hareket eder, ancak bu çok yanıltıcıdır. Bir süre sonra bu ateş onun da paçasından yakalayacaktır.

Linç kültürü aynı zamanda ödleklik kültürüdür. Güçsüzü ezme ve güçlünün yanında olma güdüsünün en vahşi ifadesidir.

Tarihin en vahşi linç olaylarından biri de 5. yüzyılda İskenderiye’de sinsice uygulanmıştır. İskenderiyeli matematikçi, gökbilimci ve filozof Hypatia (Hipatiya), bir kışkırtma sonucu 415 yılında vahşice katledilmiştir.

Onun dramatik hikayesi ise gelecek haftaya...

Sadık Usta

? martin haydegel 10.09.2018 16:43 0

@martin haydegel: sadık ustayı götünden siktin yealedi

? rusla basilan imam 10.09.2018 17:28 0

bu kadar uzun yazdığına göre anani linç etmişler

? popeye the sailorman 10.09.2018 18:52 0

@popeye the sailorman: anasını siktimin salağı, yazıyı yazan ben değilim amına kodumun düşük zekalı sığırı ne mal bi dalyaraksın lan sen

@rusla basilan imam: sen de ikile ananı sikerim yarrak kafalı cahil orospu çocuğu

? martin haydegel 10.09.2018 19:26 0

Çok doğru

? isaac 11.09.2018 12:08 0

o zaman alıntıdır diye eklesene salak orospu enigi madem başkasının anasını linç etmişler ve senin kafa diye taşıdığını sandığın bok canaginda böyle bir ürün çıkaracak kadar nöron yok link at anani linc ederken oradan okuyalım
sinirlerimi ziplatti kulağını siktiimin tipsizi

? popeye the sailorman 13.09.2018 00:12 0

harmanım içmedim 10 gündür bu durum beni mahvedicek :)

? dogukan 13.09.2018 02:15 0

@popeye the sailorman: yav gerçek bi sığır amına koyayım hadi siktir git daha fazla kendini siktirmeden

? martin haydegel 13.09.2018 02:33 0