ekşide haftanın en beğenilenlerinde
şimdi okudumda okurken ağladım resmen gülerken
lisedeyim, tam tipe baghele ergenlerindenim, kulaklar kepçe, suratta sivilceden ege haritası; yani suratta dağlar denize dik iniyor, girintilerle çıkıntılarla aynadaki yolculuğumda istifra ediyorum, kilom elli beş, zargana gibiyim.
neyse, memur çocuğuyuz, yaz gelmiş gidecek bir yer yok, halı saha maçında enerji pompalıyoruz, cafelere gidip manita kesiyoruz da manitaların bakacağı yönde değiliz, öyle ekeke ekiikii kendi kendimize geyikteyiz yani.
o günlerde valideye telefon geldi, teyzemler çeşme'de yazlık almışlar, hadi gelin çimin, yancımız olun diyiyler, neyse gittik valideylen, benden bir yaş büyük kuzen var onunla takılırız modundayım, izmir fen lisesi'nde okuyor, yavşakta tip var, muhabbet var, etrafında izmir'in taş gibi cıvırları, o ortam senin bu ortam benim takılan bir prens, adeta truva'nın aşil'i, karizma kesiyor götoğlanı, biz taşra mektebinin sümsük ergeni adamın yanında komedi dans üçlüsünün erol'u gibi şebek pozisyonundayız.
neyse efendim bi akşam, bunların yazlığının kapısına hayatımda ilk kez gördüğüm bir bmw yanaştı, bizim kuzen hadi hemen gidiyoruz dedi, oğlum üstümü değiştireyim dedim yok acil çıkıyoruz dedi, şimdi size üstümdeki kıyafeti anlatıyorum, pazardan alınmış beyaz bir atlet, bana iki beden büyük gelen siyah üzerine fosforlu yeşil fosforlu kırmızı şerit atılmış iğrenç bir şort, ayağımda alaturka tuvaletlerde bulunan plastik dede terliği.
arabaya bindik, arabanın sahibi eleman bizden bir yaş küçük onaltı yaşında bir velet, babasının arabasını kaçırmış, kızlarla buluşmaya gidiyorlarmış, bu iki tiki genç, cep telefonlarını çıkardılar, tabi benim için o zamanlar cep telefonu ağaoğlu'nun 1+1 rezidansı gibi, ulaşılmaz bişey, kızların yazlığın önüne geldik, kızlar aşağı indiler, ben diyim adriana lima, siz diyin kate upton arabaya doğru yürüyorlar, ben arabanın sağına doğru usul usul kaydım, bunlar arabanın kapısını açtılar ve beni gördüler, ikisinin bana baktığı anı hala unutamıyorum, sanki karşılarında sifonu çekilmemiş bir tuvalet, sanki karşılarında gregor samsa, sanki karşılarında kara sinek ordusu, tiksintiyle bana bakıyorlar, biri diğerine, oraya sen otur diyor, öteki sen otur diyor, neyse adriana lima'ya benzeyen yanıma oturdu ama aramızda otuz santimlik bir mesafe bıraktı, o yarım saatlik yol boyunca ne adımı sordular, ne de bu kim la? dediler, taaa ki polis çevirmesinden kaçıp, polisin arabayı çevirip bizi dışarı zorla çıkartmasına kadar;
polis - gençler hemen inin arabadan ellerinizi arabanın üstüne koyun!
polisler üstümüzü aradılar, arabayı kaçıran velet altına işiyecek nerdeyse, bizim kuzende tırsak çıktı ibnetor, suspus başı önde duruyor, sonra öğreniyorum veletin babası psikopatın tekiymiş, kızlarda izinsiz evden kaçmışlar, ben napıorum amk, ben napıorum burda diyorum ki zaten bu canti gençlerin arasında direkt gündüz feneri gibi ışıl ışıl parlıyorum, üstümde ne kimlik ne başka bişey polis bana sen kimsin kardeşim derken, kızlardan birinin babası işadamıymış, izmir emniyet müdürü'nün arkadaşıymış, o kız polise dönüp benim için;
- o arkadaş bizim bakıcımızın oğlu dedi, bizi evden o çıkardı..
evet ben aşk-ı memnu'nun beşir'i, malikhanenin gülü, bakıcının oğlu beşir hala kafamda yankılanır, zınk zınk zınk diye
bakıcının oğlu, bakıcının oğlu, bakıcının oğlu.
şimdi nerede bir adriana lima fotoğrafı görsem, hemen tozunu alıp, tuvalete koşup plastik dede teriklerimi giyiyor, eski günleri yadediyorum
benim arkadaşlar beni abartmayı çok sever o kadar da yakışıklı değilim :p
80lerdeki mahsun kırmızgül ibrahim tatlıses filmlerinden fırlamış bu hikaye keşke kız kapıcının oğlu deyince yanık sesisyle bi türkü patlatsaymış ordaki herkes sessizce boynunu hafif büküp dinleseymiş