evet mal orospu çocukları. sizlerin osuruğa gülen insanlar olduğunuzu biliyorum. fıkralarla türkiye'yi ailenizle beraber izlerken halıların çekirdek kabuğu ve şekerli çayla kirlendiğini de biliyorum. ancak ben sizin gibi değilim. o yüzden bu başlıktaki fıkraların en azından hafif de olsa bir tebessüm ettirmesini, gamzelerimi çıkartacak kadar beni eğlendirmesini diliyorum.
bir gün göl kenarında ananın amcıgına yarrağımı çalıyordum. durmadan içinde patlıyor bi yandan da cebimdeki düdükle 10.yıl marşının temposunu tutuyordum. yanımdan geçen iki üç çocuk keyifli halimi görünce bilkan hoca biz de senin gibi olmak istiyoruz napalım dediler. ben de parayı veren düdüğü de çalar yarrağı da çalar dedim sonra düdüğü ananın amına sokup ver etmeye devam ettim üzerinize afiyet, dostlar, damarlarını yırtıp bendine sığmamış yarrağımı. her git gelde buharlı şimendifer düdüğü sesi çıkartmaya başladı ananın amı. ahali bu sesi duyup yanıma gelince sordular. yahu hoca neden kadının içine boşalıyorsun bu orospunun rahmi sperm tutar mı?
cevabı yapıştırdım: ya tutarsa.
Keyt bir gün lokmanı eyüple yakalamış. Hemen silahını çıkartıp eyüpü düelloya davet etmiş. Diğer odaya geçmişler. Keyt demiş ki ikimizin de ölmesine gerek yok havaya 2 el ateş edip yere yatalım, ilk hangimizin yanına koşarsa o kazansın. Eyüp kabul etmiş ateş edip yatmışlar. Lokman koşarak odaya gelip bağırmış
Apo çık kocacım ikisi de öldü
Babası Abdullah Efendi
Annesi Sıdıka hanımdır.
Babası köyde imam olup vefatından sonra bu görevi hoca yürütmeye devam etmiş, daha sonra molla Mehmet aadında birine bırakarak Akşehire gitmiştir.
Hoca ilk tahsilini babasından okuma yazma öğrenek yapmıştır.Daha sonra Arapça ve Farsça’yı öğrenen Nasreddin hoca, Sivrihisar ve Konya medreselerinde ilim tahsil etmiştir.Ayrıca hoca, fıkıh ilmini tahsil etmiş ve Kuranı ezberlemiş kuvvetli bir hafızdır.
Nükteli sözleri, zarif latifeleri ve hikmetli fıkraları ile şöhreti tüm dünyaya yayılan Nareddin Hocanın kişiliğini tanımak çok önemlidir.Hayatın yoksulluklarını üler yüzle karşılayan hoca Nasreddin, insanların bencil yönünü taşlarken merhametsiz, toplumun değersiz ve yanlış inançlarını alaya alırken de tavizsiz dir.Çünkü onun amacı halıyı yırtmak değil, silkelemektir.İnsanların nefsi heva ve heveslerini bir mürşid-i kamil olarak terbiye etmektir.
Nasreddin Hoca bazı fıkralarında olduğu gibi saf ve basit bir görünüm arzetmesine rağmen o, Kuran’ı hıfzetmiş, bir kaç kelam ve fıkıh kitabı okumuş, hatta hayatının bazı dönemlerinde bizzat kendiside müderrislik yapmış bir hocadır.Alında sadece ilim için büyük bir hürmet beslediği söylenemez.Nasreddin Hocanın sufilik yönüde vardır.Bir takım zahiri ilimler öğrenerek kendisini alim zannedenlerden değildir.Bir gün karısının çocuğunu uyutamadığını görünce, fıkıh meselelerini içeren Kudüri kitabını açarak yüksek sesle okumaya başlar.Hayretle bu hareketin sebebini soran karısına ”Camide bu kitabın okunduğu zaman mollaların uyuduğuna bakılırsa çocuğa afyon gibi tesir eder” der.
Dini görevi sebebiyle sık sık kudretli kişilerle de karşı karşıya gelen Nasreddin hoca’nın bunlarla mücadelelerinde huy ve karakterinde bir şey değişmediğini görüyoruz.Ne makam sahiplerinin makamlarıi ne zenginlerin varlıkları onun gözünü kamaştırmaz.
Nasreddin Hocanın Seyyid Mahmud Hayrani’ye intisab ettiği ve Hoca pir Ebi, Hoca Cihan, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Akşehirli Bilgin Sinaneddin vb. sufilerle aynı coğrafyada yaşadığıve onlarla temaslar kurduğu, şeriata bağlı hatta şeriat hadimi olduğu öteden beri bilinen bir gerçektir.
Nasreddin hocanın fıkraları, insanları kahkalara boğan ve sırf güldürmek maksadıyla söylenmiş sözler değildir.Aksine dinleyen ve gülen kişileri biraz sonra düşünmeye sevkeden birer hikmet pırıltısıdır.Hoca halkın cehaletinden kaynaklanan olayları ve yanlışları mizah yoluyla yerme ve düzeltme işlevini yapmıştır.
Asrın 20. asrın Yunus Emresi olarak belirtilen İsmail Emre sohbetlerinde sık sık Nasreddin Hoca’nın latifelerine yer vermiş, onun büyük bir mutasavvıf olduğunu ve latifelerin tasavvufi hakikat ile tasavvufi ahlakı telkin ettiğini söylemiştir.
Bu görüş aslında Nasreddin Hoca fıkralarını, taklitlerinden ayırmak için şaşmaz mihenktir.Emre’ye göre Nasreddin Hoca, hem isnat hemde istinat merkezi olmuştur. Arifler, mutasavvıflar kendi sözlerini tesir etsin diye Hoca’ya atfetmiştir.Hoca’ya bazende müstehcen fıkralar isnat edilmiştir ki, bunlar asla Hoca’nın değildir, uydurmadır, iftiradır.
Remzi Oğuz Arık, İsmail Emre’nin Nasreddin Hoca’nın fıkralarına getirdiği tasavvufi yorumu ilk etapta bir iddia olarak zannetmişse de aldığı cevaplarla hayretini gizleyememiştir.Söz konusu bu durum şöyle cereyan etmiştir.Remzi Oğuz Arık ile İsmail Emre, Adana’da Dr. İhsan Önal’ın delaletleriyle ilk tanışmalarında bu mevzu üzerine konuşulurken, Remzi Oğuz, Emre’ye ”Madem Nasreddin Hoca fıkralarının tasavvufi bir mana taşıdığını iddia ediyorsunuz, ben size bir fıkra anlatayım, siz bunu tasavvufa tatbik edin” diyerek şu fıkrayı anlatır:
Nasreddin Hoca’nın bir evi varmış.Hoca bir gün evine diyor ki: ”Sen artık adamakıllı eskidin, neredeyse yıkalacaksın.Gel seninle bir anlaşma yapalım.Sen bana ne zaman yıkılacağını söyle, bende senin altında kalmayayım.” Ev de ”peki” diyor.Aradan epey zaman geçiyor.Bir gün ev yıkılıyor.Bereket versin ki Hoca evde değilmiş.Akşam hoca eve geliyor; bakıyor ki ev yıkılmış, ona:”Hani sen bana ne zaman yıkılacağını haber verecektin?” diyor.Ev de, ”Ben sana çok söyledim ama, sen anlamadın.Bir gün duvarım çatladı, bir gün sıvalarım döküldü, bir gün tuğlam düştü.Bunlar hep sana benim yıkılacağımı haber veriyordu.Bizim dilimiz böyledir.” diyor.
Emre’de fıkrayı şöyle şerh ediyor: ”Evi insan vücuduna benzetsek olmaz mı? Evin yıkılması da ölüm olsun. Duvarın çatlaması, sıvaların dökülmesi, tuğlaların düşmesi de hastalanmamıza, saçlarımızın, dişlerimizin dökülmesine benzetilmez mi?” Emre bu izahı yaparken hikmeti ilahi Remzi Oğuz, ağrayan dişine aspirin istiyor. Bunun üzerine İsmail Emre: ”İşte bakın ev, size bir tuğlasının düşmek üzere olduğunu haber veriyor.” deyince bu izah ve bu örnek Remzi Oğuz’un hoşuna gidiyor. Daha sonra Emre, latifenin gerçek anlamını: ‘‘Bu vücud binası, bir gün nasıl olsa ölüm zelzelesiyle yıkılacaktır. İş, bu ev yıkılmadan ‘ölümden evvel ölerek’ ebedi eve ’emin beldeye’ yani bir kamil insanın gönlüne göç etmektir.” şeklinde tamamlıyor.
İnsan hayatı, aydınlanmaya götüren deneme ve yanılmalardan geçerek anlam kazanır.Bizler de bu yolla, aydınlanmanın gerçek kaynağına yaklaştığımız sürece ve ölçüde mutluluk yolunda yol kat edebiliriz.Nasreddin Hoca’nın ”evinde kaybettiği yüzüğünü, dışarısı içeriden daha aydınlık” diyerek kapı önünde aramsının hikaye edildiği nüktesinde olduğu gibi, aydınlanmayı gerçek dışı kaynaklada arayan bir kimsenin çelişkisine dikkat çekilmektedir.
HOCANIN BAZI LATİFELERİNDE İŞLENEN TASAVVUFİ KONULAR VE ŞERHLERİ
Latife
Nasreddin Hoca’ya:”Her saba halkın kimi o yana, kimi bu yana gider, sebebi nedir?” Diye sromuşlar.Hoca:”Eğer hepsi aynı yöne gitseler, dünyanın dengesi bozulur, devrilirdi” cevabını vermiş.
Şerh
Hocamız Cenab-ı Hakkın Kuran’da ki:”Onlardan kimisi kendine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır.İşte büyük fazilet budur.”(Fatır 32) – ”Dünya hayatında onların geçimlerini biz paylaştırdık.Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık.Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”(Zuhruf) ayetlerine işaretle insanların farklı farklı alanlarda çalıştığını, değişik duygu ve düşüncelere sahip olduğunu ve Hakk’a ulaşmak için farklı metodlar, yollar takip ettiklerini ifade etmektedir.Hocamız bu latifesi ile aynı zamanda tarikatlara işaret etmektedir.Çünkü Allah’ ulaştıran yollar çoktur.Ancak herkesin yapısı aynı değildir.Mesela Kadiri tarikatında nefis ile mücadele ön planda olurken, nakşibendi tarikatında nefis ikinci planda tutulmaktadır.Dolayısı ile insanların aynı yolada olmaları beklenemez.
<>
Latife
Nasreddin Hoca’nın iki karısı varmış.Bir gün birini bir kenara çekip kendisine mavi bir boncuk vermiş.”Al bunu sakla sakın ortağına bir şey söyleme” demiş.Bir başka zamanda ötekine de bir mavi boncuk verip aynı şeyi söylemiş.Bir gün kadınlar, Nasreddin Hocanın hangisini daha çok sevdiği hususunda bahse ve münakaşaya girmişler.Anlaşamayınca, meseleyi Nasreddin Hoca’ya sormuşlar.”Hangimizi daha çok seviyorsun?” Hoca ikisine de manalı manalı bakarak:”Mavi boncuk kimdeyse onu” demiş.
Şerh
Hoca, aile hayatında bile sergilemiş olduğu örnek yaşantısı ile bizlere nice ders ve öğüt vermektedir.Tasavvufta şeyhin saliklere olan mesafesi aynıdır.Ancak saliklerin aklında bazen ”şeyhimiz acaba hangimize daha çok yöneliyor” sorusu geçebilir.Belki bir başkasına dah çok iltifat ettiğini görerek yanılabilir.Ancak latife de olduğu gibi el vermek mavi bir boncuktur ve herkim de bu boncuk varsa şeyhin ona olan ilgisinde bir eksiklik yoktur, herkes bu konuda eşittir.Yeterki onda şeyhine karşı bir eksiklik olmasın…
<>
Latife
Bir gün ahibbasından birisi, Hoca’ya rica eder:
-Senin ifaden düzgündür, bize bir mektub yazıver.Hoca sorar:
-Mektub nereye gidecek?
-Bağdat’a
-Bu garip başım Bağdat’ı da mı görecek?
-Neden Bağdata gitmen icab ediyor?
-Bunu bilmeyecek ne var? Benim yazım gayet fenadır.Ancak ben okuyabilirim.Yazdığım mektubu yine ben okumalıyım ki münderecatı anlaşılsın.
Şerh
Nasreddin hoca bu latifesi ile Mürşid-i Kamilin gerekliliğini anlatmıştır.Hakikat, kitaplardan okumakla anlaşılsaydı, mürşide lüzum ve gerek kalmazdı.Bir okul talebesi okumayı öğrenmiştir ama, lise kitaplarını okuyup anlayabilir mi? Öğrenmek için mutlaka hocaya ihtiyacı vardır.Nasreddin hoca:”Ancak ben izah etmeliyim ki anlasınlar” demiştir.Yani tasavvuf, kitap okumaya, metin ezberlemeye dayanmaz.Akli sitidlal ile de ilgili değildir.Yani nazari değil tecrübidir.Bu özelliğinden dolayı ”tasavvuf, kal (söz) ilmi değil hal ilmidir” denmiştir. ”Tatmayan bilmez” sözü de buna işaret etmektedir.Yani bir kimse tasavvufi eserleri okuyarak sufi yada şeyh olmaz.Halbuki bir kimse tefsir ilimlerini okuyarak müfessir olabalir.
Tasavvuf ilminin bir mürşid nezaretinde talim edilmesi zorunluluğu, onun kitablardan öğrenilmesini imkansız kılmıştır.İnsan, mürebbiesinin karşısına geçecek, onun gözünden, sevgisinden gıda alacak ki istifade edebilsin.
Mürid, mürşidinin ruhaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince mürşidin ruhaniyeti onun batınında feyz tesiri gösterir.Bu feyz, beşeri zaaf ve sıfatları izale ederek mürid, tedricen şeyhinin boyasına boyanır.Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbi beraberlik, şahsiyet transferi ve aynileşmeyi doğurur.Yani mürid nefsinin kötü huylarından kurtularak şeyhinin iyi ve güzel vasıflarıyla donanır.
<>
Latife
Yedi kör bir nehrin kenarına gelmişler; karşı tarafa geçmek istiyorlar, fakat nehrin geçit yerini bilmiyorlar, göremiyorlar.Orada beklerken ayak seslerinden anlıyorlar ki bir adam suyun öbür yakasından kendilerine doğru geliyor.Soruyorlar:”Sen kimsin?” Adam:”Ben Nasreddin Hocayım” diyor. Körler:”Madem sen suyun geçidini biliyorsun bizi de geçir, sana para verelim.” diyorlar.Hoca onlara:”Olur, adam başına iki mangır alırım” diyor.Körler razı oluyorlar.Hoca onlara:”Gözü bir parça ışık gören elimden tutsun” diyor.Körler Hocanın dediği gibi yapıyorlar.Hoca önde, körler arkada, el ele nehrin ortasını bulunca, sondan iki körün ayakları kayıyor, suya gidiyorlar.Arkadaşları feryadı basıyor:”Aman iki arkadaşımız suya giti!” Nasreddin Hoca dönüyor bunlara:”Ne bağırıyorsunuz be!” diyor ”İki kör suya gittiyse dört mangır eksik verin.”
Şerh
Bu alem de hiç durmadan akan zaman nehri içinden geçen bir geçittir.Bizler Allah’a ulaşan yolu bilmiyoruz.Yolu bilmediğimiz için bir kör ile aynı değeri taşıyoruz.Kör gremediği için bulamaz, biz ise bilmediğimiz için bulamıyoruz.Eğer biz de bir Allah adamının yani mürşid-i kamilin elinden tutmaz isek bu geçidi geçemeyiz.Geçidi geçemeyenlerin kıymeti de iki mangır değerindedir.
Kısaca Nasreddin Hoca, insanların hakikate ulaşma yyönünden kör olduklarını bu sebeple de Hakka ulaşmak için bu yolun büyüklerine, mürşitlerine ihtiyaç olduğunu ve bunlara intisab edilmesi gerektiğinie işaret etmektedir.
<>
Latife
Akşehir çocukları, ceplerine birer yumurta alarak Nasreddin Hoca’yı da yakalayıp zorla hamama götürürler.Soyunurlar, yıkanırlar.Hoca göbek taşında yatarken evvelden anlaştıkları üzere içlerinden biri der ki:
-Çocuklar’ Gelin bir oyun oynayalım.Oyunda kazanamayan hamamın parasını geri versin, olmaz mı?
-Nasıl bir oyun?
-Herkes bir yumurta yumurtlasın.Yumurtlamayan, hepsinin hamam parasını versin.Nasıl?
Çocuklar hep bir ağızdan bağırırlar:
-Oluuur.
Nasreddin Hoca da kendileriyle beraber geldiği için ona sorarlar:
-Bu işe sen ne dersin?
Konuşmanın başından beri onları dikkatle dinleyen Hoca, sesini çıkartmamış.Onun sükutunu ikrar telakki eden çocuklar, birer birer gıdaklamaya başlarlar, peştemallarının arasına evvelce sakladıkları yumurtaları çıkarıp Hoca’ya gösterirler.
Bunun üzerine Hoca ayağa kalkar, ellerini, kollarını çırpıp sallayarak horoz gibi öter:
-Öörü’ ööööö!
Çocuklar bu ummadıkları hareket karşısında şaşırırlar:
-Ne yapıyorsunuz efendim amca?
-Ne yapacağım oğlum bu kadar tavuğa elbette bir horoz lazım…
Şerh
Tasavvuf yolunun salikleri masivadan sıyrılarak nefs terbiyesi hamamına girdiklerinde içlerinde onları hak ve hakikata ulaştıracak olgun bir yol gösterici, kamil bir mürşid bulunması gerekir ve salikler de bu kamil insanın kimya gibi tesirli nefesinin etkisiyle huzura ulaşmadıkça, kendi kendine latif şeyler, gerçekler, ledün ilmi ve sevgisi hasıl olmaz.
Sonuç olarak Nasreddin Hocamızın ilmi yönü kadar tasavvuf yönüde vardır.Kendisi Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’e intisab ederek manevi yolda nasblenmiş bir insandır.Latifelerinde de nefs, nefs terbiyesi, fakr, mürşid, mürşidi kamilin gerekliliği, şeriat-tarikat-hakikat-marifet, rabıta, tevessül, erbain, irşad, zikir, sabır, kanaat, tevekkül, ihlas gibi tasavufi konular işlenmiştir.