Adam gercekten iyi lan, aha bir yazisi
"İlk mesaj Hagel’ın iptali
Washington Türkiye’de yaşananlardan duyduğu rahatsızlığı kamuoyu önünde dile getirmeyi tartıyor.
İlk mesaj geldi. Bu hafta Türkiye’ye gelmesi planlanan Savunma Bakanı Hagel, gezisini iptal etti
Konuşsa bir dert konuşmasa bir dert.
Konuşunca “Niye karışıyorsun” diyorlar: “Gördünüz mü her şeyi Washington’da planladılar. Bakın bu konuşmalar da kanıtı.”
Konuşmayınca da, “Niye susuyorsun” diyorlar: “Müttefik ülke yanıyor. Komplo teorileri gırla. Büyükelçiyi bile tehdit ettiler. Bir şey söylemeyecek misin!”
İşte Türkiye’de yaşanan yolsuzluk soruşturmalarından sonra bugün Washington’da herkesin tartıştığı konu bu: “Konuşmalı mı, konuşmamalı mı?”
“Gezi‘de olduğu gibi hükümete yönelik eleştirileri açıkça mı dile getirmeli? Yoksa kapalı kapılar arkasında mı?
*
Ne fark var Gezi ve 17 Aralık arasında?.. Niye Gezi Olayları boyunca Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri Türk Hükümeti’ni eleştiren 20’nin üzerinde açıklama yaptı da… Şimdi her seferinde “Bizi iç politikaya bulaştırmayın” diyorlar.
Birincisi, Gezi bir halk hareketiydi. Geniş halk kitlelerine uygulanan açık bir polis şiddeti vardı. Ve insanlar öldü.
17 Aralık ise bir politik kriz. Üst düzey bir Amerikan yetkilisinin bana dediği biçimde, “karmaşık ve halen anlamaya çalıştıkları” bir iç kavga.
*
Amerikalılar Gezi’de Erdoğan Hükümeti’ni açıkça eleştirmekten kaçınmadılar. Ancak 17 Aralık’ta, Gezi’den sonra ortaya çıkan komplo teorilerini de düşünerek, işi mümkün olduğunca Ankara’dan yürütmeye çalıştılar. Daha düşük profilli biçimde.
Nedeni ise şuydu: Türkiye’deki anti-Amerikancılığı kışkırtan ve 28 Şubat sürecinde olduğu gibi bir kuşağı her şeyin arkasında Amerika olduğuna inandıran saçma komplo teorilerine zemin üretmemek için.
Ancak olmadı. Ve daha ilk günden buna uygun malzemeler hemen sirkülasyona girdi. Ve bana süreci anlatan Amerikalı yetkilinin ifadesiyle, “Washington susunca, komplo teorileri Ankara’daki Amerikan büyükelçisini vurdu.”
*
Halen devam ediyor bu çizgi. Ve halen, Washington daha da büyüyeceği kesin 17 Aralık sürecine karışmamak için elinden geleni yapıyor.
Ancak bunu yapmaya devam edebilecek mi? Hayır. İki nedenden.
Birincisi, politik sebeplerden. Obama’nın göreve geldiğinden beri bölgede en güvendiği lider Erdoğan onun için artık bir yük haline geldi. Soğuk Savaş’tan beri Ortadoğu’nun en büyük oyunu kuruluyor. İsrail-Filistin barışı, İran yakınlaşması, Suriye krizi, Irak’ın bölünme riski, Mısır darbesi… Hepsi birden aynı anda masaya konulmuş durumda. Ve Amerikan Başkanı’nın en güvendiği o lider, bu meselelerin tartışmasız hepsinde Amerika’yla çelişiyor. Birinde, birkaçında değil… Hepsinde…
İkincisi de, değerler yüzünden. Erdoğan içeride otoriterliğini güçlendirdikçe… Medya baskısını artırdıkça… Hukuku erteledikçe… Obama’nın başkanlığı sonrası birlikte anılmak istediği ilkeler, hem de müttefik bir ülkede teker teker aşınıyor.
*
Ne zaman olur göreceğiz. Belki bu Salı yapacağı Birliğin Durumu konuşmasında iki cümleyle Başkan Obama kendisi yapar. Belki onun yerine bir hafta sonra bir danışmanı.
Çünkü ilk mesaj geldi bile. Ve 17 Aralık’tan önce programlanan Amerikan Savunma Bakanı Chuck Hagel’ın Ankara ziyareti bu hafta içi iptal edildi.
Ziyaretin detaylarını takip ettiğimi bilen Pentagon Sözcülüğü’nden bana hafta içi iptalle ilgili yapılan açıklamada ise aynen şöyle denildi:
“Türk liderlere de ifade ettiği gibi Bakan Hagel, yakında Türkiye’yi ziyaret etmeyi umuyor. Bunun için fırsatlar aramaya devam ediyoruz.”
Evet hâlâ nazikler. Hâlâ programı uymadı diye gidememiş gibi sunuyorlar. Ama 17 Aralık sürecinin ardından bu ziyaretin yapılıp yapılmamasın politik açıdan tartışıldığını, tartışmaya katılan bir düşünce kuruluşu yetkilisinden doğruladım. Ve Hagel’ın gezisinin iptalinin de, muhtemelen yapılacak rahatsızlık açıklamasının ilk sinyali olarak düşünüldüğünü öğrendim.
*
Peki ne önemi var bu açıklamanın? Obama mesela çıkıp, “Çok güvenmiştim ama hayalkırıklığı yaşadım” dese ne olur?
Uluslararası meşruiyet açısından bu Erdoğan Hükümeti için çok büyük bir darbe olur.
Başbakan’ın danışmanlarının yazılarına bakın. Washington’da Ankara’yı sevmeyenler aslında yerleşik düzenin adamlarıymış… Halbuki Obama Erdoğan’ı çok seviyormuş… Yerleşik düzen Obama’yı da yemek istiyormuş… Erdoğan ve Obama omuz omuza dünyanın baronlarına karşı mücadele ediyormuş…
Bunlar bile Washington’ın desteğinin ne anlama geldiğini Başbakan’ın çevresinin bildiğini gösterir.
*
Dediğim gibi… Olmayacak. Ve Washington 17 Aralık’tan sonra Türkiye’de yaşanan skandallara daha fazla sessiz kalamayacak.
Başkan Obama ya kendisi ya da danışmanıyla Türkiye’de yaşananın adını koymak ve yükünü indirmek zorunda kalacak. Ve perspektif de muhtemelen uluslararası sivil toplum örgütü Freedom House’un bu hafta yayımladığı dünya özgürlükler raporunda Türkiye’yi ele alış şekli olacak.
Duydunuz değil mi! Freedom House Erdoğan’dan da esinlenerek dünya siyaset literatürüne yeni bir kavram hediye etti çünkü: Modern otoriter. “Modern otoriterlerin merkezi, siyasi çoğulculuğu kuvvetlendiren kurumları ele geçirmektir” deyip şöyle anlatıyorlar: “Modern otoriterler sadece yürütme ve yasama organlarını değil, medyayı, yargıyı, sivil toplumu, ekonomiyi ve güvenlik güçlerini de kontrol etmeye çalışırlar.”
Tarifi veriyor. Sonra da Türkiye için aynen şunları yazıyorlar: “Türkiye’de Başbakan Erdoğan’a yönelik eleştirilerin azaltılması için birçok taktik uygulandı. Buna, gazetecilerin hapse atılmaları, holdinglerini hükümet yandaşlarına satmaları için bağımsız yayıncılara baskı uygulanması ve medya sahiplerine eleştirel gazetecilerin susturulmaması halinde misilleme tehdidinde bulunulması da dahil.”
Obama ve Erdoğan aslında aynıymış da… İkisi de hedefmiş de… Hayal alemi ... Okudukça içim sızlıyor."