federsin, bir saniyeni alabilir miyim? dedim
tabii buyur.. dediği an içerisin de istediğim herşeyi söyleyebilirdim, çünkü bir kere af etmişti amg.
yanlış anlamınızı istemem, balici, tinerci, esrarkeş birisi değilim ve para istemiyorum sadece bir saniyeninizi rica edebilir miyim dedim..
gülümseyerek cevap verdi; zaten öyle bir tipe benzemiyorsun. dedi (o anda o karı malzemeydi benim için)
ya karnım çok aç, bir hamburger almaya calisiyorum, (o aralar eskişehirdeydim) bana bi hamburger ismarlayabilir misin? diye ajitasyonun dibine vurdum..
kız üzülerek, nakit param yok ama kartım var.. dedi..
o zaman sende benimle gel, senin de karnın aç değil mi dedim, sıfır utanma ile..
sonra, yok ama sana ismarlayabilirim dedi,
gerçekten bunu yapar mısın? diye sordum..
neden olmasın dedi gülümseyerek..
peki o zaman diyip, burger kingin yoluna düstük,
gittiğimiz de 2 tane tavuk menusu alıp, kıcımızın üstüne oturduk..
konuşmaya başladık,
buralı olmadığın belli oluyor, dedi.
evet istanbuldan otostop ile geldim. burada oturan arkadaşlarım var ama şu anda evde yoklar, dedim.
öğrenci misin, diye sordu patatesi barbekü sosuna batırırken,
kronik öğrenciyim, dedim (zeki gözükebilmek için, ama aslında malın tekiydim)
gülümsedi küçük bir tebessüm ile..
neden geldin ki buraya, diye meraklı gözler ile bana bakiyordu..
istanbul da oturan ev arkadaslarim ile kavga edip direk kendimi yollara attim, kolami yudumlarken azıcık üzgün gibi gözükmeye calisiyordum..
peki neden eskişehir, anliyorum burada arkadaslarin var ama onlar senin buraya geldiğinden haberleri var mi?, diye sorarken inançsız gözlerle bana bakıyordu..
buraya gelme sebebim, yakin olduğu ve kolayca gelinebildiği içindi, ayrica otostop cektiğim abi bana çok iyi davrandi sağolsun, dedim
e peki şimdi ne yapıcaksın, al istiyorsan bir telefonumu kullan ara arkadaşlarını, dedi sokakta kalmamdan korkuyor gibi analojik tavırlarla ruhumu okşuyordu..
tamam, dedim ürkek gözlerle, kafamın içinde dolaşan binbirtürlü aptallıklar şuurumu kayıp etmeme neden olacak gibi hissederken, dokunmatik telefonunu elime aldim.
numarayı düşünürken, çakrasının kapandığını hissedebiliyordum, - e artık ara hadi dedi- umarsız ve ciddiydi..
telefon numarası aklıma gelmiyordu, (hayatımda telefon kullanmamış birisi olarak ezberlediğim şeyler çok azdı ve rakkamlar ile aram iyi değildi)
ama düşündüm, uğraştım ve telefon numarası aklıma geldi..
-a, alo dedim, max umarım sensindir, ne olur sen ol ya.. dedim
telefondan gelen sesin ilk tınısını algıladığım da evet oydu, (başarmıştım)
kızın gözleri birden parlaklaşmaya başladı.. içinden oh çekebildiğini görüyordum, bu kadar ilgi fazlaydı bir sokak köpeği için..
sırtımda 12 kilo ağırlığında ki çantam dururken telefona odaklanamıyordum ama.. yere bıraktım cantamı..
-bickle, ne oldu olum sesin neden bu kadar kötü geliyor, dedi.. (arkadaşlarım sesimin tınısında analiz yapabilecek kadar üçüncü gözleri açıktır)
-max, ben eskişehirdeyim ve siz evde yoksunuz, neredesiniz diye sordum..
-kanka, dedi o saniye de anlamıştım eskişehir de olmadıklarını ve yapabileceğim tek şey bir tane geniş bant bulup orada uyumaktı, saat akşamın 8'ydi..
-burda değilsiniz değil mi, diye sordum..
hayır 2 günlüğüne istanbula geldik, kadıköyde, bahariyedeyiz şu anda, dedi..
bütün umutlarım suyun içinde kayık gibi yüzerken, suratımın, mimiklerimin, tavırlarımın eridiğini gören kız..
-ya tamam böyle üzülmene gerek yok bir çaresini buluruz, dedi, inancım yitiyordu, bu kız kim di, kimlerle beraber kalıyordu? hiçbirisini bilmiyordum..
bana teklif eder miydi? gel bende kal der miydi? hayır hiç sanmıyorum, benim gibi bir serseriyi evine neden alacaktı ki? bu etik anlamda bile nahoş, anlaşılması zor bir mevzuattan ibaretti. aykırı sesler korosu gibi bir tipim vardı, saçlarım kırmızı, her tarafım dövmeli, sırtımda ki çantanın içinde 3 tane çocuk taşıyabilecek kadar büyük gözükürken, hayır o beni evine davet etmeyecekti ama..
saat 9 a yaklaşıyordu, hatta 15 vardı.
ya normalde böyle bir terbiyesizlik adetim değildir, dedim gözlerimi, kaşlarımı aşağıya çekerek,
sözümü keserek - ya böyle davranma, seni anlayabiliyorum aslında ama böyle kimseye haber verilmeden yola çıkanı ilk sende görüyorum dedi, kalbimin için de ut ezgileri çalarken,
haklısın ama bazı zamanlar, yollar insanların tek huzurudur, uzaklaşmak ve gidebilmek, özgürlük, hissedebilirsen güzeldir, bende böyle olmasını istememiştim, ayrıca pazartesi günü vizelerim var geri dönmem lazım, dedim huzursuzca, ne yapacağımı bilmiyorken, o bana söylemişti ne yapmam gerektiğini..
aslina bakarsan, burada kuzenimin birtane kiralık evi var, içinde gece olduğundan her gün gidip ona yemini ve suyunu veriyorum dedi, iki günlüğüne misafirim olabilirsin, nasıl olsa evde yoklar, dedi..
böyle birşey benim için geçerli değil, dedim sert ve gözlerinin içine bakarken. beni tanımıyorsun, beni neden evine alacaksın ki, diye sordum
ne yani anadolunun en soğuk şehirlerinden birinde seni sokakta mı bırakayım? manyak mısın, ayrıca evden çalabileceğin hiçbirşey yok, daha 1 ay oldu eve taşındığı, hem ben olmadığım zaman gece'ye sen bakarsın, onunda canı sıkılıyor zaten.. dedi, tebessümleri ve gülüşünün içinde ki o temiz bakire tanrıçalarının göz yaşı gibi olan gerçeklik beni korkutmuştu..
sokaklar acıdır, acıtır, kafamı çok kırdım, dedim gülümseyerek..
belli zaten dedi ufaktan cilve atarak..
çok mu uzak ev, nerede? hayır yani evde başka birisi varsa ben şu köşede ki bantlarda uyurum.. rahat ve huzur olmadığı zamanlar uyuyabildiğimi biliyor muydun? sanırım ruhum biraz nasırlanmış, konteynir köşesinde çöpleri koklayan köpeklerden bir farkım yok, dedim hali hareketlerim sert ve gerçek dışı iken..
neden böyle davranıyorsun, derken, önümüzden bir taksiyi durdurdu.. sarı ay üstümüz de parlıyordu.. evin yoluna koyulduk...
cebimin içinde sadece ellerim vardı, beş kuruşsuz sokaklarda sinyal yapmaya alışmış benliğimin insanların beyinlerine empoze ettiği acıma duygusu sayesinde karnımı doyuran bir organizmaya bu kadar değer veren bir kız daha çıkmamıştı karşıma.. inançlarımızı sorgulamaya kalkmadan, neden sorusunu sormadan, geçmişi yorumlamadan o taksinin için de arka koltukta otururken, saniyelik bakışlar ile birbirimizin saçmalığını anlamaya çalışıyorduk.
eskişehir de evler, dip dibe, yanyana ve hatta yapışık ikizler gibi duruyorlardı. her apartman girişinin dibine bir tane kutudan çöplük vardı. alışık değildim böyle bir kentleşme sendromuna, etrafıma pür dikkat gözler ile bakarken, o taksinin ücretini ödemişti..
geldik bickle dedi,
burasının ismi nedir, dedim hafif bir kıza taksi parasını ödettirmiş acınası erkek bakışları ile,
burası yeni bağlar, üniversiteye çok yakın olduğu için kuzenim bu evi tuttu. 4. kat, soldan ikinci daire, dedi, anahtarları bana vereceğini sandım..
ne yani, sen gelmiyor musun? diye titreyen ellerimi uzattım anahtarı alabilmek için,
korku yoktu gözlerinde, o saniye anlamıştım, korkaklık sadece plan yapan benim gibi orospu çocukları için geçerli olduğundan,
geleceğim sen çık dedi, anahtarları bana uzatırken, tüm kurtlar ay ışığında ulurken, hayatın gecenin kollarında olduğunu anlamıştım. o, bendim, sadece bu o nu farketmemişti..
eve çıktım, iki oda bir salon vardı, böyle küçük ama tatlı bir ev daha önceleri görmemiştim, bir odasının içerisin de, psychedelic resimler, disco topu, ve bir klavye vardı. klavyeye doğru yaklaştım, bastım sol ve la ruhumu titretmişti, bir müzisyenin evindeydim, şaşırdığım gibi bu pervasızlığımı bu kıza göstermemem gerektiğini düşündüm, her tarafta afiş doluydu, etrafıma dört göz ile bakarken bir varlık ayağımı tırmaladı, simsiyah bir kedinin odanın içinde ki koltuğun arkasına saklandığını gördüm, daha önceleri kedi beslemiş olduğumdan onların psikolojisini çözebileceğimi biliyordum, kediler in düşüncesi 'i'm the god' tır. onunla iddialaşamaz ve ona kafa tutamazsınız, çok sevindim, bildiğim birşeyin aynı atmosfer içinde benimle nefes alacağını düşünmek beni kıza karşı, 1-1 skorunu eşitleyeceğini düşünmüştüm.
diğer oda, uykusuz dergisinin, her sayfasi ile kapliydi, gözlerim şaşırmıştı ne gördüğüne, her tarafta karikatur gormek bana gore değildi, mizahı severdim ama, bu kadar üstüme gelmemeliydi. o sıra da koltugun arkasından fırladı gece, koltukların üstünden birbirine zıplıyordu, sevmek için yanına gittiğim de benden kaçmıştı, o sıra da kapı deliğine, anahtar sokulduğunun sesi geldi kulaklarıma,
heyyy, tanıştın mı gecemizle, dedi güler yüzlü bir ifade ile,
o benim ile tanıştı, beni ayak bileklerimden tırmaladı, ve şu an ev sahibi o, o ne derse o, dedim bütün yenilgileri kabul ederek.
durmadan gülümseyen bu kız karşısında, hiçbir zaman skor 1-1 e gelmeyecekti, bana patates kızartması ve hazzır pizza aldığını söyledi, mutfakta ki mikro dalga fırını gösterdi, bura da rahatça yemeklerini halledebilirsin, biliyorsun annenin yaptıkları kadar güzel olmaz ama idare edersin, suratıma bakmadığı gibi yemekleri buz dolabına sokmak ile uğraşıyordu, -ve istersen- diye ekledi, - bura da rakı varmış, sever misin?
bok lağımında yüzmüş birisi olarak ona fare iken yaptığım pislikleri anlatacak değildim...
severim, ama bilirsin ki tek başına içilmez bu aslan sütü, diye karşılık verdim..
yarın günlerden, pazar dedi gülümseyerek, sana eşlik ederim..
kediyle ilgilenmek için her adım atışında, onu rahat bırak diyen bir ses ile karşı karşıya geliyordum,
ama ben kedileri çok severim, dediğim de o insanları pek sevmez diyordu..
kedi ile uğraşmayı bırakmıştım, karnım aç değildi ama rakı içeceksek yanında meze olması lazımdı ve hiç çekinmeden ağzımdan söz öbeği birden dökülü verdi,
herşey iyi güzelde bu rakının yanında patates kızartması ve pizza yemek istemem, bunları derken yine falsifikasyonun dibini görmüş benliğimin en büyük cevabı patladı suratımın ortasında,
gergedan pipisi yemek ister misin?, dedi şaşkınlık ile bakarken..
birden kendi evimde oldugumu sanmıştım ve cevap veremedim..
neyse, dolapta buz var ve ben 'tekrar' markete gidiyorum, derken tekrarı vurgulamıştı..
gitmeden önce nerede yatacağımı sormadan edemedim, bana kuzeninin odasını gösterdi, diğer oda da sadece açılabilir bir kanepe olduğunu söyledi,
rahat edemeyebilirsin, burada ki odada ki yatak iki kişilik rahat uyursun dedi, sevgi dolu ve amaçsız bakarken..
bantlarda uykuyu düşünürken, kendimi güzel bir odanın içinde ki iki kişilik yatakta uyuma hissiyatı iyi gelmiyordu
geri geldiğinde, yanında rus salatası ve tonbalıklı domates getirmişti..
kendisini iyiliğe adamış bu kıza anlam veremiyordum, anlamsızlığımı anlam zannederken..
düşünsenize lan, siz hiç yeni tanıştığınız biz kızın sizin anneliğiniz rolunu üstlenirken görmüş müydünüz?
durumu iyiydi, ve mp3 çalarını, 2 lik hoparlere taktı, malt dan arıza yı açtı.
buz dolabından soğumuş rakıyı çıkardı, ve duvar gibi bir surat ile, şimdi bana gerçeği anlat?, bunu söylerken ne demek istediğini anlamamış gibi davranmayı o kadar çok istedim ki ama başaramadım...
ton balığından geceye verdim, doya doya, oynaya oynaya yedi, kucağıma bile gelmişti, evet artık skor 1-1 di.. bu sefer ben sormaya başladım, neden eskişehir?
eskişehir e okumak için geldim, kuzenim de burada türk dili ve edebiyatı okuyor, dedi.
sonra ben sordum ya sen?, iktisat dedi, içerken gözlerinin içine bakmak istemiyordum, başka tarafa bakarken,
neden benden utanıyorsun, diye soru sordu.. bunun cevabını vermek o kadar zordu ki,
evsiz, yurtsuz, kimsesiz olan beni evine aldın, karnımı doyurdun, ben sana söyleyebilecek iki kelime bulamazken bana böyle sorular sorma, dedim.
sorun yok, dedi siklemeyerek, hayatımızın tekdüze olduğu bu zamanlarda, iyilik yapmak sadece nankörlerin işi değil, çok fazla utanmaya başlamıştım..
üstünde ki elbisesini çıkardı, kollarında izler olan bir kızdı..
insanlar ruhani acılardan kurtulabilmek için, canlarını acıtırlar, bunu anlamayan insanlar onları psikomanyak diye nitelendirir, bunu biliyordum, daha ötesi emindim..
ama sormaktan çekinmedim?
neden kendinin katili olmak sana çekici geliyor?, dedim, hiçbirşeyi umursamayarak,
şöyle bir gözden geçirdi gözlerimi ve, biz bilenler daha kendimizi bilmiyoruz, ben herkesi kendim gibi zannettim bickle, dedi yutkunarak...
gözlerimi kapatarak, dilimizde ki zehirin, insanların armağanı olduğundan bahis ettim, birkaç dakika..
içimizde ki acıların toplamının tecrübelerimiz olduğundan..
rakı içiyorduk, yanında ton balıklı domates ve rus salatası varken, herşey çok tatlıydı tabii ki..
70 lik yeni rakıyı, 25 dakika da tüketmiştik, artık uyuma zamanıydı,
bu kadar rakıyı içtikten sonra bana benim istediğim gibi sarılacak birisine ihtiyacım vardı...
o an bakıyordu, ben ise ona, hayatın ne kadar gerçekçilik üzerine oynanan bir oyun olduğundan, üç boyutlu olduğumuzdan, ve enerjimizin sadece ciddiyet üzerine kurulu olmuş abesle iştigal olduğundan bahis ettim.
kolumda bir sürü çizik ve dövme vardı, anlamları ve manaları önemli değildi, 5 saat içinde tanıştığım birine bunları samimiyet ile açıklayabileceğimden emin değildim, ama yine de sordu..
bu kadar yanar dönerli konuşabiliyorsun, demagoji yaptığını düşünüyorum.. sıkılmıyorum aslında, sadece yaşıyoruz ve sen hala bunun farkında değilsin, dedi (o saniye de daha ne yaşadık ki sorusunu sorabilecek kadar ego egzersizleri olan birisiydim)
hayır! içimde ki hisler, söylemek istediğim tüm duygular bunlar! dedim sinirlenerek,
kadın, erkek muhabbetine girmek benim lugatım da olmayan bir mevzuydu, bu yüzden bu söylevimi gerçekçi kılmak için, söylediklerimi ciddiye almıyorsan konuşmanın bir manası yok, dedim.
hayır ben sadece, bu kadar mozaikleşmene bir anlam veremiyorum, dedi.
beynimin içinde kıvılcımlaşan her yıkım gibi bu da derin bir krize yol açmıştı içim de.. tutamadım kendimi..
beni yanlış anlayacağını biliyorum, söylemekten çekindiğim herşey, beni ben yapan gerçeklerden ibaret aslında, dedim..
söylediğimin saniyesinde, söyler misin seni sen yapan gerçekleri dedi..
son kalam yarım dublemi içerken,
tamamlanabilmek, insanlar tarafından kırılmayı huy haline getirmiş bir cansız gibi davranmaya başladım, ben bir camım!!!
insanların gözlerinde ki isteksizliği onlara en gerekli sebebmiş gibi sunarım, beni asla red edemezler, dedim!
şaşırdı..
ben buraya, arkadaşlarıma haber vermeden, söz etmeden geldim. ama biliyordum karşıma senin çıkacağını, dedim.
saçmalama! bildiğin filan yok! hiç kimse senin götünü senden daha iyi düşünemez, dedi, biraz sarhoş halli iken.
evet, benim götüm, benliğim, bilinçsizliğim, senin hoşuna gitti, şu anda dinlediğin kişiye iyi bak, belki bir sene sonra göremeyebilirsin.
seni görmek istediğimi de nereden çıkardın?
bu kadar zahmet, iki gecelik geyik için miydi?
seni, sen yapanları sordum, hala götün başın ayrı oynuyor..
istem dışı gerçekleşen şeyler, bunlara kafa takma.
takılınması gereken şeylerden bahis et bana..
kaldırım dibi izmaritiyim, gelecek göremiyorum.
gelecekte, ne sen, ne ben varım.
olmalıyız, bize ihtiyacları var.
hayır, ihtiyac duyulan tek gerçek, samimiyet ve yalansız bir dünya.
ben sana yalan söylemedim.
emin misin?
hayır.
sorun değil, gözlerin ve koku alma duyun beni buldu, sonunu düşünenlerden değilsin biliyorum.
düşünüyorum.
yalan söyleme.
tamam.
artık uyu, dedi bana.
hiç uykum yoktu, etrafım, yeşil, kırmızı, sarı afişler ile kaplı bir psychedelic spiritual görüntüler ile kaplıydı. böyle bir odayı rüyamda bile görmemiştim.
yuvarlak masadan kalkarken, 'yardıma ihtiyacın olmadığına emin misin?' diye sordum.
ben hallederim dedi, artık gülümsemiyordu..
mp3 calarında özlem tekin çalıyordu ve nefret ederim. şu şarkıyı değiştirir misin, dedim..
''körpe yüreğim, bak titriyor ellerim'' dırım dırım, çalarken başı dönen birisi için çok gergindim böyle söylememem gerekirdi. kızacağını sanarken, peki değiştiriyorum, dedi..
gece sıcaklığı hissettiği yere yatmıştı, peteklerin üzerinde esneyen simsiyah bir kedi ve bir kızın ortasında kalmak benim için hiç kolay değildi. sarhoştum, beş kuruşsuz, avare bir sarhoş..
susmak bile zor geliyordu.. sarhoş iken nasıl olunur bilirsiniz..
değiştirme! dursun, sesim biraz fazla çıkmıştı. bir karar versen artık iyi olucak dedi.. bulaşık yıkarken..
utanmaz piç ben sordum o nefsi tükenmeye hazırlanan bir dinazor vaziyetinde, kanapede ben yatarım.. sen yatağa geç, banta hazırlanmışken, senin kanepede uyuman içime sığmıyor..
gülümsedi ve 'saçmalama' bickle dedi. sen geç yat orada, üstelemeyecektim...
peki, dedim kısık bir ses ile..
oysa bir sıcak gülüşün, tüm geceme mâl olacağına emindim, bunu almak için çabalayacaktım.
zehirimi, kuyruğum da tutuyordum. bu cimrilerin aleminde bir küçük tebessüm beni uyuturdu, yirmi tane rakı bile içsem o iş yaştı.
versene şu yıkadığın tabakları, kurulayayım bende, dedim.
saçmalama bickle heheh, ne yapıyorsun ya?
nasıl ne yapıyorum?
hayatın da hiç tabağın oldu mu seni sokak çocuğu?
benim ile alay mı ediyorsun?
hayır, ama sen ne anlarsın?
kurulamaktan mı ne anlarım? merak etme yıkamayacağım.. dedim.. saçmalıyordum ama böyle saçmalıklar ile onun yüzünü güldürmem gerekliydi, en azından umutsuzlukların bir kenara atılması lazımdı. ne de olsa uyurken tek başıma uyumak istemiyordum.
evet beyler kızın ismini açıklıyorum, ece, yanımda istanbuldan getirdiğim biraz joint var, rakının üzerine cila yapmak ister misin?
en son lisedeyken kullanmıştım bickle, bozmasın bizi bu saatten sonra?
ya saçmalama, neden bozsun? ayrıca algıların ve zihininin gelişimine yardımcı olacağına eminim, afyon ve anason birbirlerine iyi gelen bir ikili, diyip kandırdım kızı.
peki içiyorum ama sonra fakir edebiyatı yapmak yok, direk yatıp zıbaracağız bickle okay diyorsan tamamdır.. dedi.. gözlerinde inandırıcılıktan eser kalmamıştı..
kızı kandırmıştım ama, gece buna pek inanmıyor gibiydi,
yemek bittiğinde, ayak bileklerime saldırmaya devam etti.. ocb yi arıyordum, bulamıyordum 12 kiloluk çantanın içinden.. bir türlü çıkmak istemiyordu.. beş dakika sonra buldum, tütünü kırdım ve üstüne yerleştirdim jointi..
hani esrarkeş değilim demiştin, ne oldu şimdi? bir de yalancı değilim ben bak diye üstelemiştin hatırlıyor musun? diye sordu merhametsizce,
belki yalancıyım ama bu benim ruh sağlığıma iyi gelmese yanımda taşımam, dedim keskin bakışlar ile karşılık verirken.. o kadar emindim ki kendimden, bunu kötülüyebilecek hiçbir kelime bulamamıştı ece ağızının içerisinde..
dilim ile üst kısımını yalarken ocb nin gözlerim, gözlerine bakıyordu ecenin...
eskişehirin adaleti, adalet değildi, önceleri arkadaşım bundan bana kısaca bahis etmişti.. yaptıktan sonra, çakmak istedim sigaramızı yakabilmek için...
buralar da böyle sigara içmediğine eminim, bu sigara istanbula yurt dışından geldi, ismi white widow, viyana da, amsterdam da bunu içiyorlar günlük, bulunması kolay, dedim.
bickle, bunu içtikten sonra bana kötü davranmayacaksın değil mi?, diye sordu..
o saniyeye kadar aklımın ucunda uçkurum yoktu.. sadece sarılıp uyumak isteyen benliğimin ateşi yükseldi..
hayır, bunu içip uyuyacağız, dedim..
sigarayı yaktık, dumanı odanın dört bir tarafında ki spiritual goruntulerin icinde resmederken, sorulmaması gereken tek soruyu sormaya hazırladım..
neden beni evine kabul ettin, burası senin evin lütfen, yalan söyleme..
bunu nereden çıkardın,
bana yalan söyleme ece, bu ev senin ve ben bundan eminim, sana eşyaların yerini sorduğum zaman saniyesinde bana tarif ediyorsun, gece de dibinden ayrılmıyor..
sonuçta, kuzenim evde yok iken ona ben bakıyorum, böyle düşünme, derken sıra ondaydı, uzattım sigarayı..
içine çekişi ve dışarıya verişi bir oldu.. bu ikili alışıklığa gelmişliğin dışındaydı, sert ve taviz verenlerdik biz..
tutsaklığımıza esir olmuş şekilde birbirimizden tiksinir vaziyette, yalnızlığımız ile alay eder gibi sigaranın dibine kadar geldik, zıvanasını kül tablasına söndürdükten sonra.
ani ve hızlı bir hareket ile dudaklarına yapıştım, hızımın farkında değilim evet. o da farkında değildi, olmaması için çok uğraşmıştım.
aniden göğüs boşluğumda beş parmağın beni ittirdiğini fark ettim..
ben senin kadar yalnız, ve hissiz değilim dedi gözlerimin için bakarken.. senin gibi köpek değilim ama her çağıranın yanına giden bir kediydim eskiden, dedi.
birbirimizi hayvan olarak nitelendirip muhabbet yapıyorduk, çok pisti.. acıma yoktu.. isyan bizi bozardı.. isyan neymiş? tutamadıktan sonra elimizden..
kültablasına bakan gözlerim zıvanayı gördü, lanet olsun' dedim.. sigaramız bitmiş..
bu kadar ihtiyacın olduğunu ve yoksunluğu çektiğini anlayamadım, böyle bir insan olduğunu çözebilseydim seni asla davet etmezdim, dedi, artık gitgide bitiyordu beraber, sarılarak uyuma hissiyatı..
umudumu yitirebilecek kadar kör değildim, yolun sonuna baktığımda aydınlığı görmüyordum, ama bu zamana kadar derman aramamıştım..
mp3 çaların da, aşk herşeyi affeder mi? özlem tekin devam etmekteydi, böyle dibe batmışken, iyice batmak istedi ruhumun içi..
senin ruhunun içinde ki darp izlerinden bana biraz bahset, aldatmaktan korkar mısın? aidiyet duygunun verdiği tüm bunalımlar seni bozar mı? dedim.. pişmanlıktan söz ettim.. yanlış yaptığımız ve anladığımız anlardan.. en büyüğü affetmekti..
bilmeceler ile boşluğumuzun içinde ki sudoku dolmaktaydı, hayatımız da ne o nede ben bu kadar huzursuzluğun mutluluğunu yaşamamıştık, birbirini tanımayan iki insanın birbirinin gözlerine ona inanmak isteyen gözler ile bakması çok büyük bir dengesizlikti..
ya devam edecektik, ya vazgeçmemiz lazımdı, kurtulmamız lazımdı tüm etik duygulardan..
bu kadar ihtiyacın olduğunu ve yoksunluğu çektiğini anlayamadım, böyle bir insan olduğunu çözebilseydim seni asla davet etmezdim, dedi, üzgünlüğümün değeri kalmadığını anladığımda,
karışıklığım seni karanlığa götürüyor ise, susabilirim dedim..
karanlığın senin olsun, ihtiyacım olan sen değil, yalan dünyanın oyuncağı olmayı kabul etmemiş sözlerin dedi, şaşırmıştım, övgü ve iltifat macerası tüm dönen oyunların kaybedeni olmaya alışmış benliğim;
yani ben tavandan aşağıya asılı bir kukladan ibaretim, düşüncesizliklerimi bağışla, tanıştığım ve yalnızlığımı anlamaya çalışan sadece sendin. dedim, toy ve küçümseyerek kendimi..
yani ben tavandan aşağıya asılı bir kukladan ibaretim, düşüncesizliklerimi bağışla, tanıştığım ve yalnızlığımı anlamaya çalışan sadece sendin. dedim, toy ve küçümseyerek kendimi..
suç bende, kendimden kaçarken sana rastladım, dedim sevimsiz bir surat ifadesi ile..
hayır, sen ihtiyacını dile getirdin..
herneyse ben bir sigara daha yapacağım..
yeter ama bickle, gerçekten bu kadar keş misin? anlamsızlık yapma, kendine boyun eğme, yarın okulum var ve 4 saat sonra derste olmam lazım..
derslerin senin olsun, dedim umarsız ve egoistçe, suç ondaydı. bana inanmıştı ve ben bir inançlının gözlerini bu kadar siyaha boyuyabileceğimi hiç bir zaman tahmin edememiştim..
hala yanında uyumak, ona sarılmak, koklamak istiyordum.
masanın üstünde duran ocb ye elimi attım, söz dinlemez bir alevden ibaretti ruhum o saniyelerde, kafamın içinde yapmamalısın kelimesi çınlarken, karşımda duran iyilik meleğini üzmek tam bana göre bir işti, üzülmek yerine gülmeyi tercih etmiştim her zaman.
yaptığıma değer miydi? üzülmeye utansaydım?
utanmaya değer miydi? yaptığıma üzülseydim.
bu çelişki içinde gidip gelen beynimin zikzakları sona ermek bilmiyordu..
bickle, pazartesi sınavların var ve sen hala kafa peşindesin..
hayır ben rahatlamak istiyorum..
daha rahatlayamadın mı? 5 duble rakıdan sonra? ne diyeceğimi şaşırmış vaziyette; evet veya hayır bu sorunun cevabı değildi.. o suçluydu, benliğimin, kişiliğimin vazgeçilmez, unutulmaz, silinemez gerçeğine cevap vermeye çalıştım;
toprağım ben ece, bana suyu tutan sensin, beş saat önce tanıştık ve ben seninle uyumak istiyorum.
varlığıma sancılanan öfkeme bu kız dermandı, beni tek uyutabilecek kişi eceydi.
dostlarımı, çakallarımı, tilkilerimi kafamın en dip yerinde mapusa tıkmıştım zaman gelmişti artık, o na onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyecektim. 6 saatte tanıştığın bir insana kafanın içinde durmadan seni rahatsız eden varsayımlardan bahsedebilen gerçekten delikanlıdır. ama ben ettim işte. ondan öncesi ve sonrası olarak ayırıyordum zamanı, süreksizliğimizin içinde, süreklilik arama çabasında değilim, aldanmak, sevmek, sonsuzluk umurumda değildi, kafamın dönmesi onu ne kadar çok sevdiğim anlamına da gelmiyordu, şaşkın mıydım, evet!
bunu okuyacağıma gider yasin-i şerif okur hem sevap kazanır hem de iman tazelerim amına koyim
ece, eskişehir e geldim, sana rastladım, sen bana inanmadın, kalp atışlarını yavaşlattım, gözlerini karanlığa boğdum, var olmanın en derin sancılarını sana hissettirdim, ben çok kötü birisiyim, sana yalan söyledim, dedim, tüm içtenliğimle. gözleri görmez olmuştu. sadece onun değil tüm dünyanın gözleri kördü. karşısında bir zorba vardı, istemdışı yükselebilen, her kelimesi ile ruhunun derinliklerine inip bam teline dokunabilen bir zorba, ve onu ne görebiliyorlardı, ne duyabiliyorlardı, nede hissedebiliyorlardı..
yalan hiç çıkmaz aklımdan. alıştım, kalbimi kandırdığımda, söyleme asla, ne şimdi ne sonra, çalıyordu mp3 de, kurbandan..
o kadar kilitlendim ki şarkıya, ve bastıra bastıra sakın söyleme diyordu şarkı...
ece nin gözleri kan çanağına dönmüş ve uykuya ihtiyacı olduğu her aksak hareketinden belli eden bir bünyesi vardı..
şöyle geç artık, gidip kanepede yatacak halin yok.. dedim,
sen bana karışma istediğim yerde yatarım dedi..
benden nefret ettiğini biliyorum, diyerek büyük bir adım atmış oldum, gerçek düşünceleri şimdi geliyordu..
söylemekten çekindiği cümleler ağzının içinde hiçbir zaman yer etmemişti ecenin ama, nefret ve kin senin gibi egoistlere yakışır bickle, ben nefret etmeyi hayallerime yenik düştüğüm an yere bırakmıştım, dedi.. bu boyutta söylenebilecek hiçbir kelime yoktu.. anlamamazlıktan gelip, burada yatmanı istiyorum dedim, 7 saatlik dialogumuz gereği, ve ciddiyetimi bozmadan yatmazsan şu anda bu evden çıkıp, siktir olup gidiyorum dedim.
isteseydi, siktir git lan, ihtiyacım var mı sana diyebilirdi. ama demedi.
ve son;
sahte yüzleri hiç geride bırakmak istedin mi?
evet. ya sen ?
huzurun sesini yakında hiç duydun mu?
yalnız mısın ?
evet. sen?
hayır.
feyk alıp övmüş okuyalım diye amına koyim. burada orospu çocuğundan daha alışılageldik şey varsa o da feykler kardeş yemezler
birazcık okuyup bıraktım
hangi mal, arkadaşlarının telefonunu ezbere biliyor amk
kız federmiş bunu okuduktan sonrasını bıraktım zira yeterince şey kattı bana hikaye.